İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2200-2900 Metrede Bir Hafta

Geçtiğimiz hafta 9 kişi Karacaören Köyü Kırkpınar yaylasında bir hafta kaldık. Bu gezi ile ilgili izlenimlerimi ve gördüklerimi bu haftadan itibaren yazı ve resimlerle mümkün olduğunca sizlerle paylaşacağım. Önce sizlere Gezinin ilk başlangıcındaki ekip arkadaşlarımı tanıtayım. Çünkü o güzel günleri hep beraber geçirdik tabii bu ekip geziyi başlattığımız ve bitirdiğimiz ekip; Daha sonraki dönemlerde dağda sürpriz konuklarımız oldu onları zamanı gelince yazacağım. İşte ekibimiz; Av.Ramazan Savran, Cezmi Tuncel, Refik Nacakçı ve oğlu Mahir, Eniştem Yusuf Özenir, Kardeşi Ramazan Özenir, Yeğenlerim Halil-Süleyman Özenir  ve ben. Geçirdiğimiz acı ve tatlı anıları ve gördüklerimizi yukarıda belirttiğim gibi önümüzdeki haftadan itibaren detaylı bir şekilde sizlerle paylaşacağım.

Ekibimizin arabadan indikten sonra yaya olarak 4-5 saatlik bir yürüyüş için son çalışmalarını yapıyor  ve yapılacak yolcuğu değerlendiriyor.

Yaya olarak bir müddet yürüdükten sonra karacaören köyü üstünde Kızılçam ağaçları ile Sedir ağaçlarının buluştuğu noktada Karacaören ve Kumlucanın görünüşü.

Biz normalde 1-2 günlük gezilerde yiyecek ve barınmamızı sırt çantalarımız ile kendimiz taşıyoruz. Ama bu sefer kalma günü biraz fazla, aynı zamanda kalacak bir ekipte de büyük çadır var. Onun için malzemenin fazlasını Karacaören köyünden bir katır kiralayarak götürmek istedik ve Karacaörenli Feyzullah Uğur ile anlaştık. Feyzullah uğur Kumlucada olduğu için onuda arabaya alarak karacaören Asarderesindeki evine bıraktık. Ekibimizin bir kısmı Kızılcaağaç mahallesinde olduğu için onları almak ve öğle yemeği yemek için oraya gittik. Kızkardeşim bir mayalı ekmek yapmış, yanında da Patlıcan yemeği deme keyfimize. Oradan Hareket yeri olan  Karacaören köyü Kozağacı mahallesi üstündeki Yeni Pınar mevkiine kadar araba ile varıyoruz. Arabanın başında bir kişi bırakarak diğer ekip ağır ağır yola koyuluyoruz. Ağır ağır Çam ağaçlarının katranla buluştuğu yere varınca katırcının geldiğinden emin olmayınca fazla yol almıyoruz.

Yola koyulduğumuz yerin deniz seviyesinden yüksekliği 1030 metre. Nihayet katırcını geldiğini haber alıyoruz ve zirveye doğru eğri eğri çıkılan çağşırdan tırmanıyoruz. Tabii her gezide olduğu en gerilerde yine ben. Yani ekibin eski tabiri ile nal toplayıcısı. Çaşır bittikten sonra biraz dik biraz aykırı sedir ağaçlarının arasından karşımızda bulunan yalçın kayalara bakarak Devrent boğazına doğru ilerliyoruz. Tam devrent boğazına yaklaşınca iki kişi daha katırcılara yardım etmek üzere bırakıyoruz. Çünkü o boğazdan hayvanın geçmesi çok zor. Biz yaya olarak Devrent boğazını Türkü söyleye söyleye aşıyoruz. Kuruca ovaya çıkınca geriden gelenleri beklerken vakitte karanlığa doğru geliyor. 

Eğri Eğri çıkılan çağşır mevkinin bir kısmı.

Devrent boğazına doğru gidildikçe yalçın kayalar arasında sedir ormanları.

Akşam yaklaşırken Kurucaova

Karanlık epeyce çöktü ama bizimkilerde geriden geldiler. Binbir türlü meşaketle Kocaçayıra vardık el fenerleri ve cep telefonlarının yardımı ile çadırlarımızı kurduk. 9 kişi biz ikide katırcı 1 büyük iki küçük çadırda o geceyi geçirmek üzere hazırlandık. Tabii bu arada el yordamına bir şeyler atıştırmayıda ihmal etmedik.

Elyordamına kurduğumuz çadırlarda saat 11 cıvarında yattık ama o yorgunluk ile en lüks yatakta yatmış gibi geldi bize. Sabah erken kalkıp bir kısmımız Oluklu yaylası üzerindeki çeş tepeye çıkacaktık. Ama biz saat beş yerine 7 de ancak kalkabildik ve 7,5’a kadar kahvaltı yapıp çadırları söktük. Ramazan Savran, Refik Nacakcı, Cezmi Tuncel, Halil Özenir ve Mahir Nacakçıdan ibaret olan beş kişilik bir ekip yaklaşık 4 saatte varabilecekleri Çeştepe yoluna koyuldu. Çeş tepede oluklu tarafından gelecek olan Kumluca kaymakamı Abdullah Aslaner ile buluşacaklar. Biz ise malzemeleri katırlara yükleyip esas kamp yerimiz olan başpınar mevkiindeki Filikçi Süleyman Amcanın çadırının olduğu yere doğru yola koyulduk.

Katırlarla 2 kamp yerine doğru kocaçayırdan ayrılış

Ağır ağır büyük çadırı kurduk ve malzemeleri yerleştirdik. Bu arada çeşmeye gelen gidenler ile sohbet derken öğleden sonra oluverdi. Çadırımızın hemen dibinde şırıl şırıl buz gibi akan bir su var. Elimizi bir dakika tutamıyoruz.       Akşamki çektiğimiz yorgunluktan hemen hemen eser yok. Akşam Konakladığım yer olan kocacayır mevkiinin denizden yüksekliği 2165 metre idi. Şimdiki çadır kurduğumuz ve daimi konaklayacağımız yer ise 2380 metre. Akşamüzeri saat 5 civarı çeş tepeye giden ekip geldi. Yanlarında ise Kaymakamımız yok. Ne oldu diye sorduğumuzda onu bulamadık herhalde gelmedi dediler. Zaten bizte çeş tepeyi bulamadık. Dağda dolaşıp durduk. Tam çeş tepeyi gördük ama çıkma zamanı kalmadı dediler. Bizde kaymakamımızın mutlaka bir işi çıktı ve gelemedi diye beklerken biraz sonra karşı yamaçtan iki görüktü birisi Filikçi Süleyman amcanın oğlu çaban ama öbürsü kim diye düşünürken Dürbün geldi aklıma. Dürbünle bir baktımki bitkin bir vaziyette Kaymakam bey geliyor. 

Kaymakam bey’den yarım saat önce bizim ekip geldi ve biz küçük çadırları ondan sonra kurmaya başlamıştık ve o saatlerde çadır kurma işi tamamlanmıştı. Kaymakam bey bizden 50 metre aşağıda olan Filikci Süleyman amcanın çoban evine geldi ve orada kaldı. Bizden tarafa gelmeyince bize kızdı herhalde diye düşündük aramızda. Kızmakta da haklı idi, bizim arkadaşların oraya gittiğini bilmiyordu. Hemen Ramazan Savran’ı Gönderdik yanına durumu anlat biz ondan sonra gelelim dedik.

Tabii Ramazan Savran gitti biraz sonrada biz gittik. Kaymakam bey kendisini sırt üstü atmış bitkin bir durumda yatıyordu. Tabii bize olan öfkesi olayı öğrenince biraz geçmiş durumdaydı. Kaymakam bey Sabah 6 da oluklu yaylasından çıkmış yola, akdağların hep kumlucaya bakan tepesinde Kırkpınar yaylasının üzerine gelmiş oradan çeş tepeye gelecek bunlar diye yüksek gördüğü bir tepeye doğru yönelmiş. Tabii bu arada bizimkilerde yolu kaybettiği için dağda hep ters dolaşmışlar. Birisi doğu batı giderse öbürleri kuzey güney gitmiş onun içinde bir türlü buluşamamışlar. Bizim ekip hep 2500-2600 metrelerde dolaşıp durmuş ama Kaymakam bey çeş tepe zannettiği bir tepeye çıkmış orada da tabii yağmur ve dolu başlamış iyice ıslanmış. Geçen senede aklına gelince “ben bir daha bu yaylaya çıkmayayım, geldiğimde hep yağmur veya dolu yağıyor” diyor. Çıktığı tepenin çeş tepe olmadığını çeş tepe ile Kızlar sivrisinin ortalarında 2850 mt. Civarında kartal tepe olduğunu daha sonra öğrendik.

Kaymakam bey bizim çadıra gelirken bir baktık’ki ayağındaki ayakkabının altının yüzde doksanı ayakkabıdan ayrılmış. Ayağını siyah bir foşet ile sararak o yolu öyle devam etmiş.

İkibuçuk saat kadar bizimle kaldıktan sonra Kumlucaya geriye dönmek istedi. Tabii oraya en yakın araba yolu olan Söğle yaylasına gidip oradan gidecek. Söğle yaylası olduğumuz yere yaklaşık 45 dakika. Bizim ekipten Refik Nacakcı’nında dizlerinde bir problem olduğu için oda dönme gereği duydu. Birlikte yola koyuldular. Bizde onları bir müddet uğurladık ve geriye döndük.

Kaymakam Bey’in parçalanan ayakkabısı

Kaymakam beyin ayakkabılarının Ekip arkadaşlarımız bıçakla delip naylon ip ile dikerek tamir ettiler. Bundan sonrada çadırların önünden gidecek ekibi uğurlamaya çalışıyoruz.

Araba yoluna vardıktan sonra karanlık tam çökmüş ama araba yok. Araba Söğle köyünde yağmur yağdığı için 1,5 saat kadar geç gelmiş. Onlarda araba yolundan cep telefonlarının ışıkları ile yürümüşler. Artık o gün maceraya tam alıştılar.

Kaymakam bey’i uğurladıktan sonra akşam yemeği için hazırlıklar başladı hemen Kafilede Oymak beyi olarak Ramazan Savran’ı, yardımcısı olarak da Yusuf Özenir’i seçmiştik sabahtan. Tabii kafileye birde aşçı lazım. Can boğazdan geliyor, yemeden olmuyor önce boğaz. Aşçımız Cezmi, Kalfası Halil ve çırak da Mahir hemen koyuldular yemek hazırlığına Biraz aparatif biraz sıcak yemek ile boğaz işini haletlik. Tabii arkasından bir sıcak çay gelmezse olmaz. Oda hazır. Cezmi Kardeşin en büyük özelliği odur. 3070 metreye çıkarız orada bile çay hazır. Çoğumuz yorgun, Bir gün önce yorucu bir yolculuk  sabahtan akşama dağlarda dolaşma millet uyuklamaya başladı. Küçük çadırlardan birinde 3 birinde iki büyük çadırda da 3 kişi kalacaktık. Herkes yerini ayarladı. Yatma hazırlıkları yapılırken birde baktım. Ramazan özenir Pijama yerine kullanacağı eşofmanı pantolonun üzerine giyiyor. Önce yanlışlık yaptığını zannettim ama o soğuktan korkusuna bilerek pantolonu böyle giyiyor. Tabii bize gülmek içinde iyi bir malzeme çıkıyor. Televizyon yok, radyo yok, gürültü yok orada vakit geçirmek için sohbet veya böyle ilginç olayların olması lazım. Ertesi gün yaylada ve bir haftalık mekanımız da ilk gecemizi geçirmek üzere yattık.

Ertesi günü hep birlikte gezme hayali ile sabah dinç bir şekilde katlık. Herkes görevini yapıyor, kahvaltı hazırlığı yapılıyordu. Bu sırada birde baktık ki bizim gitmemiz imkansız. Çünkü Filikçi Süleyman amca Davarı hazırlamış bile. Bizim ekipten benim enişte Yusuf ile sabah erkenden tutmuşlar davarı. Tabii o davarı yemeden gezmeye gitmek imkansızdı. Kahvaltıdan sonra yavaş yavaş keçi kesme hazırlıkları başladı. Saat 10 gibi Yusuf ve Ramazan Özenir Keçiyi kestiler ve yüzmeye başladılar onlar o işi yaparken bizde dışarıdan gelen çobanlarla sohbet ediyor ve biraz sonra bize gelecek görevleri bekliyorduk. Kesmek ve yüzmek onlara ait doğramak ve pişirmek geride kalanlara. Öylede oldu onlar bu işi bitirdiği sırada Kumlucadan bizim gibi birkaç gün kalacak arkadaşlar geldi. Yani mahalle biraz daha büyüdü. Etleri Doğradıktan sonra pişirme işi yeni gelen ekipten dudu yengemiz’e düştü. O güzel becerikliliği ile eti  harika şekilde kavurdu.

Arkadaşlar et doğrarken

Etleri yemeye gelince misafir bereketlendi. Hayvanlarını kontrola gelen Akçaalan köyünden Nihat abide misafirler kervanına son anda katıldı. Benim sakallar biraz uzadı bağrımdada Fotoğraf makinesı asılı Nihat abi bana turist gibi olmuşsun diye takıldı. Bende yanına yanaştım ve ikimizde aynı dedim. Ondada sakal var ve bağrında dürbün asılı böyle şakalaşmalardan sonra pişen eti bu bereketle ve iştahla yedik.

Yemekten sonra herkes çeşitli şekillerde istirahate çekildi. Bazıları çadırlara gidip yattı, bazıları ikişerli ve üçerli guruplar halinde sohbetlere koyuldu. Yeni gelen arkadaşlar çadırlarını biraz yükseğe kurdular. Bu arada kısa süreli ve şiddetli bir yağmur yağdı bu arada herkes çadırlara girdi. Bizim ekip hemen hemen herkes büyük çadırda toplandı. Tabii Cezmi abimiz  hemen çayı hazırladı. Remzi abi’nin olduğu yerde çay mutlaka olur. Bu yer 3070 metrede olsa.

Çayları yudumlarken çadıra iki kişi geldi. Buyurun dedik, hemen baş köşeye geçip oturdular. İçlerinden birisi “bizi buraya yordunuz” diye sert çıktı bize. Ramazan Savran niçin yoruyoruz biz sizi diye karşılık verdi. Her yerde olduğu gibi hemen devreye girdim ve gelen arkadaşlara önce Allahın kelamını verin sonrada kim olduğunuzu söyleyin dedim. Finike Milli parklar, Av ve yaban hayatı şefliğine bağlı av koruma elemanlarıyız, hakkınızda kaçak av yaptığımıza dair ihbar var dediler. Birisi yalnız köyünden diğeri ise Benim köyümden ama ben genci tanıyamadım. Bende güldüm tabii. Onlara Ramazan Savran ile ben bu yörede av yapmanın yasaklanması için Karacaören köyü muhtarlığına dilekçe yazıp vererek ilgili makamlara en az 7-8 dilekçe ulaştıran iki kişiyiz biz  dedim. Söyleyin bakalım bizden avcı olurmu dedim. Onlarda anladılar durumu ve o yorgunluğun üzerine Cezmi abi’nin çayları onlara da yaradı. Cidden geldikleri yol az değildi. Yukarıdan yayladan ihbar olduğunu söylediler. Yukarıda iki ev var onlardan mutlaka biri şikayet etti. Onun üzerine de Finike de bulunan şefimizde haklı olarak görevlileri gönderdi. Ama yukarıdakiler bizim kim olduğumuzu ve ne amaçla orada olduğumuzu çok iyi biliyorlar. Devlet birimlerini böyle olmasına rağmen bazı küçük emeller için alet ediliyor. Şefim herhalde bu yazıyı okuduktan sonra devlet birimlerini böyle yanıltanlar hakkında gerekli işlemi yapar. Bu olaydan sonra görevli arkadaşlar geldikleri yoldan yani yaklaşık 4 saatlik yoldan tekrar geriye döndüler. Bizim yeni komşularda tepeye kurdukları çadırı bizden tarafa taşımak zorunda kaldılar çünkü oralarda durma imkanı kalmadı. Onlar çadırlarını taşıdılar, biz akşam yemeğini hazırladık ve yeni bir gün için yemekten sonra herkes çadırına çekilip yattı.       

Yazları Kırkpınar yaylasında yaşayan Salur köylüsü Durdali Filikçi Keçileri İle

Yeni komşular kurulmuş çadırı bozmadan bizden tarafa taşıyorlar.

Pazartesi günü bizi zorlu bir gün bekliyordu. Bir günlük dinlenmenin bedelini o gün ödeyecektik. Çünkü epey gezilecek yerimiz vardı dağlarda. Erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık ve Yol hazırlıklarına başladık. Saat 8 civarı yola koyulduk. Kurucaovaya inen derenin karşı kıyısından Vadiyi paralel alarak Obruk yaylasına doğru yola koyulduk. Benim için heyecanlı bir yolculuk başlamıştı. Obruk yaylasında su yok insanlar orada eskiden kar suyu ile idare ederlerdi. Tabii yaz aylarında oradaki karlar erir. Oranın bir özelliği var orada bir kar kuyusu var ve yaz aylarının sonuna kadar o kuyuda kar olur. Bu kuyuyu yaklaşık 47-48 yıl önce görmüştüm, onun içinde şeklini bayağı unutmuşum. O doğa harikasını tekrar göreceğim için heyecanlı idim.

Kar Kuyusu    

Tepelere ine çıka öğleye doğru kar kuyusuna vardık. Arkadaşlar indi ve bıçaklarla oradan biraz kar kestiler. Oradan da hemen yan taraftaki vadide bulunan Çayiçi köylüsü Hacı Hasan Muzaffer ağabeyin çadırına vardık. Muzaffer abi yatıyormuş kaldırdık. Çadıra oturduğumuzda bizim becerikli Cezmi yine becerikliliğini gösterdi ve yanında bulunan vişne suyuna su karıştırarak biraz çoğalttı. Tabii plastik bardaklara hemen kar şerbetini yaptı. O şerbetin tadı tabii hiçbir yerde yoktu. Ekip arkadaşları cezmi’ye burada da tam not verdi.

Biraz oturup şamatadan sonra öğle yemeği zamanı geldi. Muzaffer ağabeyin evinde bazlamalar varmış, onları koyduk sofraya. Çayda demlendi, peynirler geldi. Tam sofra oluştu derken bir tavada muzaffer abi kaymağı da  kızarttı, o dağda bundan daha heyecanlı bir yemek olamazdı.

Hacıhasan muzafferin çadırında istirahat.

Yemekten sonra yola çıktık. İki yol vardı evin arkasından dağa dik çıkmak kısa olan yoldu. Bu yol biraz zordu ama kısaydı.Diğer yol ise biraz dolaşımdı ama fazla yorucu değildi. Bizimkiler yedikleri kaymağın heyecanı ile zor olanı seçtiler. Tabii yanlarında Turgut eken gibi az kaymak yiyen bir ihtiyar olduğunu düşünmüyorlardı. Ama onlardan kalmadım biraz geçte olsa bende çıktım.

Eski yurtları görerek Gödeneden gözüken yaklaşık 2880 metrelik tepeye çıktık ve Alakır vadisini tepeden seyrettik.    

2880 metrede sırtımız gödeneye dönük.

Biraz daha kuzeye gittikten sonra kızıl göl mevkiine vardık burası geçen sene bizim donma tehlikesi atlattığımız yerdi. Oradan bir kısım arkadaş daha yukarıya bacak gölü tarafına gittiler. Ben ise enişte Yusuf ile Acılı tarafına daha  doğru gittim. Buradaki amacım geçen yıl doludan kaçmak için Kaymakam bey ile altına sığındığımız kayayı görmek ve fotoğrafını çekmek. Bu taşın altına belden yukarımızı ancak sokabildik. Öylede oldu o yoldan geçen yılki hatıralar ile Acılı mevkiine Filikçi Ahmedin evine geldik. Biz orada biraz dinlendikten sonra diğer ekip arkadaşları da yukarıdan geldiler.

Geçen yıl 16 temmuzda Kaymakam bey ile doludan korunmak için altıha sığındığımız kaya   

Küçük bir dinlenmenin ardından  bizim için hazırlanan yemekleri yedik. Tabii bol ayran ve et dağın vazgeçilmez yiyecekleri. Bizler dinlenip sohbetlerken gençler piçti oynadılar. Tabii Filikçi Ahmedin oğlu Yusuf herkesi hizaya dizdi. Oradaki bu ilgi ve iltifattan sonra dinlenmiş bir vaziyette kamp yerimiz olan Kırkpınar yaylasına doğru yola koyulduk.

Acılıda Filikçi Ahmedin çadırı önünde ekip ve oba sakinleri.

Sabah erkenden kalktık tabii vücudumuz kuş gibi. Aramızdan üç arkadaş geriye dönecek biz ise bir gün daha kalacak ve Çarşamba öğleden sonra dönecektik. O kahvaltının çok önemi vardı. Çünkü; aramızdan ayrılacak arkadaşlardan birisi Cezmi idi. Bu kahvaltı Cezmi’nin hazırlayacağı son kahvaltı idi. Herkes kalktıktan sonra dışarıda biraz güneşlendik ve ondan sonra hep beraber son kahvaltımızı yaptık. Biraz daha sohbetleyip durduktan sonra. Ramazan Savran, Cezmi Tuncel ve Mahir Nacakçı Aramızdan ayrıldılar onları uğurlarken tepeyi aşıncaya kadar. El salladık.  Bu ayrılma bize biraz zor geldi. Ekibin aşcısı ve çırağı gitti sadece kalfa kaldı öyle olunca da hepimiz kalfa Halil’e yardımcı olmaya çalıştık. Beni ihtiyar diye pek yormuyorlardı. Tabii bu ara obadan bir çadır eksildi.

Arkadaşlar gittikten bir müddet sonra kalan ekip karşı tepede bulunan acılı mevkiine tekrar davetli idik. Filikçi Ahmet ille bir davar daha yiyeceksiniz dedi. Onu kırmak olmazdı. Onun içinde öğleden önce oraya gitmek üzere yola koyulduk. Yan taraftaki dereye indikten sonra  biraz rampa bekliyordu bizi ama şamata ede ede vardık acılıya yolun nasıl geçtiği bile belli olmadı. Acılıda cidden Filikçi Ahmet bizi iyi ağırladı. Yusuf yine milleti sıraya dizdi piçtide.  Birazımız yattı birazımız sohbet etti bende yemekten sonra iki saat kadar nefis bir uyku çektim.

Akşamüzeri geriye döndük. Dereye gelince yine nane çayı toplamak geldi içimizden. Ama bir gün önce Ramazan Savran’dan kaldıysa tabii. Yinede bulduk biraz. Akşam karanlığına doğru geldik kamp yerine. Yemek yiyecek halimiz yoktu zaten küçük aparatiflerle idare ettik durumu. Yaylada geçireceğimiz son gecenin hazırlıkları başlamıştı. Erkenden de yattık. Çünkü ertesi günü ayrılacaktık yayladan . Sabah tabii büyük heyecanla ve zinde olarak kalktık. O gün günübirlik yeni misafirlerimizde gelecekti. Onlara ikramda bulunmak üzere davar kesecektik. Onun hazırlıklarına başladık.

Acılıda keçi yüzerken   

Ayrılan ekip arkadaşlarımız çadırlarının önünde son kez çadırı sökmeden.

Cuma günü öğle saatlerinde başlayan yayla yolculuğumuz Çarşamba akşamı bitecekti. Artık yaylada son günümüzdü. Biz yeni gelecek misafirlerimizi bekleme ve onlara gerekli ikramda bulunma hazırlıkları ile başladık güne. Hazırlıklar hemen hemen tamamdı. Misafirlerimiz Elmalı Söğle köyü tarafından geleceklerdi. Bende Filikçi Süleyman amca ile misafirlerin geleceği yol üzerine nane çayı toplamaya çıktık. İhtiyacımıza yetecek en azından Kumlucaya inince işte dağ çayı diye hava atacak kadar çay topladık. Derken misafirlerimiz İl Genel meclisi üyesi Cemil Soytürk ve Karacaören eski muhtarlarından Abdullah değirmenci ve arkadaşları geldi. Onlar Söğle yaylasına kadar araba ile geldiler ve yaklaşık bir saat yürüyüşten sonra Kırkpınar yaylasına geldiler. Ama dönüşleri öyle kolay olmayacaktı. Onların moralini bozmak olmazdı. En azından yemeklerini rahat yesinler. Onlara İneceğimiz yolun çok dik olduğunu ve dik aşağı zor inileceğini anlatırsak rahat yemek yiyemezler. Öğle vaktine kadar guruplar halinde sohbetten sonra ekip arkadaşlarımız tarafından hazırlanan yemekler iştahla yenildi ve yola çıkma zamanı geldi. Ekipten bir kısmı yine Söğle yaylasına gidecek ve oradan araba ile gidecekti. Tabii bizimle ilk giden ekip aynen çıktığı yerden inecekti bize ikinci ve son gelen ekipten de katılanlar olunca kafile bayağı kalabalıklaştı. Öğleden sonra yola çıktık. Tabii Koca çayır Kurucaova derken Devrent Boğazında biraz daha Ada çayı ve kekik topladıktan sonra Devrenti aştın ve katran ağaçları ile buluştuk. Oradan Kumluca vadisi tam tepeden büyük bir ihtişamla görünüyordu. Yolculuk yorucu bir yolculuktu ama gördüğümüz o manzara ve hava bu yorgunluğa değiyordu derken çaşırdan parça parça inip yeni pınarda buluştuk. Bizi orada bulunan arabalar Kumlucaya ulaştıracaktı. Orada vedalaşarak ekipler halinde dağıldık. Ben ve eski ekibim kızılcaağaç mahallesinde bir ikindi yemeği yedikten sonra Akşamüzeri Kumlucaya indik. Artık bende saç sakala tamamen karışmıştı. 

Amacım size gezdiğim gördüğüm güzellikleri aktarmak. Bu yolculukta bitti.  

Ekip dönüş yolunda yurdumuzun son görünüşü   

Ekip çağşır mevkiinin üstünde kucakları adaçayları ile

Gezi sonrası son halim