Yenikışla Köyü Öğretmeni (1969-1974
Yenikışlada 5 Yıl
Yenikışla ve öncesi
Bir temmuz günüydü. Milli Eğitim Bakanlığından aldığım resmi yazıda 25 Temmuz 1969 da Antalya M.E. Müdürlüğünde saat 10’da kuraya katılacağım bildiriliyordu.
Nisan 69 da öğretmen okulu son sınıfta biz öğretmen adaylarından atanmak istediğimiz 3 ili belirten bir dilekçe istediler. Bende ilk olarak İçel’i kendi ilim olduğu için, 2.nci olarakta Antalya’yı sahil kenti olması nedeni ile tercih ettim. 3. İl olarak ta Eskişehir’i yazdım. Dedim ki “Eskişehir’in bir İlçesi veya köyüne gitsem bile hafta sonlarında Eskişehirspor’un maçlarını gelir izlerim.” Çünkü o yıllarda Eskişehirspor Fethi’si ve diğer oyuncuları ile liglerde fırtınalar estiriyordu.
Birazda meslek öncesi yaşam diyelim;
Annem (Ayşe) Gülnar’ın Tırnak, Babam (Ali) Emirhacı köyünden 500 Küçükbaş hayvanı olan Yörük ailesinin evladıyım. Bir kış gecesi 29 Ocak’ta dünyaya gelmişim. Çocukluğumu Emirhacı da Alime ebemin ayrana ekmek doğramasıyla hatırlarım. İlk Okulun İlk üç sınıfını Gülnar’da okuma yazmayı İbrahim Öğretmenimde öğrendim. Hatta Babamın elinden tutarak eski taş binanın. Merdivenlerinden çıkarak salonun karşısındaki 2×3 metrelik zemini kırmızı Ay yıldızı beyaz kocaman Türkiye haritasının yanından geçerek Başöğretmene kayıt olduğum bu gün gibi hatırımda. 2 ve 3.ncü Sınıfı okutan Bekir Sarı öğretmenimi unutmam mümkün değil.
Babamın Aydıncığa tayinin çıkmasıyla 4 ve 5.nci sınıfı Ahmet Sait Doğruyol Öğretmenimde okudum. Beraber okula gidip gelirken bana adımdan dolayı “hayrihi ve şerrihi minallah” diye arkadaşlık ederdi. Evimizde radyonun olması nedeni ile haberleri dinler çeşitli ülkeler başkentleri devlet ve bilim damları hakkında bilgi sahibi olmam beni okulun en gözde öğrencileri arasına sokmuştu. Telefonla ilk anışmam Orman İşletmesinin telefonundan Gülnar’daki abimle görüşmemle olmuştu.
Ortaokulu Gülnar’da 1965 Haziran da bitirdim. Eylülde Mersinde Öğretmen okulu sınavlarına katıldım. Suzan Bektaşoğlu öğretmenimiz bana “Gülnar Akdeniz bölgesinde olduğu halde neden portakal yetişmez.” demişti. Yatılı olarak okulu kazanıp birçok arkadaşlar edindik. Son sınıfta boş bir derste o zamanlar Neşet Ertaş’ın çok meşhur olan benimde çok sevdiğim “MÜHÜR GÖZLÜM SENİ ELDEN SAKINIRIM KISKANIRIM” türküsünü söylemiştim. O günden sonrada benim adım sınıfta “MÜHÜR GÖZLÜM” olarak kaldı. Resim derslerinde çok başarılı idim. İş teknik derslerinde de hayata atıldığımızda kullanılacak tarih şeridi, mevsim şeridi, sayı küpleri ve levhaları, 4 işlem çarkı gibi birçok araç gereç yaparak yetiştirdik kendimizi. Haziran 1969 da da mezun oldum.
Bu kadar hayat hikâyesinden sonra Antalya’ya gelişimizi anlatalım;
Mersinden eski magirus otobüslerle 10 saatte Antalya’ya geldim. Yeni yerler göreceğim diye yolda hiç uyumadım. Antalya’da hemen Milli Eğitim müdürlüğüne gittim Kuralarınız dün çekildi dediler. Çok heyecanlıydım nereye çıktı tayinim diye sorduğumda Kumluca Yenikışla Köyü dediler, Merak ettim nasıl bir yer diye gün boyunca.
Ertesi günü Sabah 8 de Antalya’dan bir minibüse binerek önce Korkuteli, Öğleye Elmalı ve ikindiye de Finike’ye 12 km mesafede Turunçova’ya, oradan ayrı bir minibüsle Kumluca’ya geldim. 27 Temmuz’da İlköğretim müdürlüğüne gittim. İlköğretim müdürü M. Kemal Özer’di. Göreve başladım. Köyü sorduğumda 25 km yukarıda Akdağ’ın eteğine yakın olduğunu söylediler. O gün Ahmet Yarbaş ve Abisi Ramazan Ağa ile tanıştım. Bana Karacaören’li olduklarını, Yenikışla’nın Karacaören’e çok yakın olduğunu, insanlarının çok iyi olduğunu söylediler. Yalnız ulaşım konusunda biraz zorluklar var, yaz aylarında orman işletmesi ve gübre ( Samra) arabaları gider kış aylarında pek araba bulunmaz. Yaya olarak gidilir ama Alakır çayı taşarsa geçmek biraz zor olur dediler. Olsun dedim ve tatil için ağustos sonuna kadar Gülnar’a Döndüm.
Yenikışlaya Alışıyorum
Eylülün İlk haftası idi elimde bir valiz ve küçük bir yatak balyası ile Aydıncık’tan Antalya’ya oradan da 2 vasıta değiştirerek Kumluca’ya geldim. Bir gece Ramazan ağalar beni misafir ettiler. Biraderi Ahmet ile yazlık Kahvede tavla oynadığımızı hiç unutmam. Ertesi günü ilk maaşımı aldım. Birkaç giysi ve yiyecek alıp o gün köye gidecek samra arabası ile yola koyuldum. Toz duman sarsıntı içinde bir saat gidip ikindi vakti gerenlik’e vardık.
Akşamüstü valizimle beraber muhtara (Yanlış hatırlamıyorsam Osman Kazgöl’e) misafir oldum. Ertesi gün hemen harekete geçtik. Okulun sıralarını ve oturaklarını Dereköy’ün beri yamacından karabıyığın evinden getirdik. Kaba inşaatı bitmiş lojmanın yanındaki 4×5 yaklaşık 20 m2 lik alana dizdik. Karatahta’yıda sıraların az önündeki çama dayadık. Üstüne de Atatürk resmini astık. Oldu sana bir açık hava dershanesi. Sıra benim kalacağım eve gelmişti. Onu da Gerenliğin Gözkayası Kavşağındaki Terzi ismete ait terzi dükkânının arka kısmındaki evde karar kıldık. Öğleden sonra valizi ve yatak balyasını taşıdım. Komşulardan bir tahta divan ve gaz lambası temin ettik. Artık evimde tamamdı.
Bu arada komşularımız Ramazan ağanın kardeşi İrfan ve akrabası Turgut Eken ile tanıştık ve arkadaşlık kurduk. Turgut Eken Annesi Teslime teyze. Yengesi anacık abla bana çok yardımcı oldular. Teslime teyze çok oldu öleli (Allah rahmet eylesin) çok kahrımı çektiler. Ekmeğimi yapıverdiler, bazen öğle yemeğine çağırdılar, bazen akşamları misafirim oldu teslime teyze ve komşular.
Akşam oturduğumda bir odalı evim bana şato gibi gelirdi. Üstü Mersin dallarının üzerine atılmış, sıkıştırılmış Su geçirmez Geren toprağı. Yan tarafları Direklerin arasına yere paralel çakılmış ağaç dallarından çıtalar ve onların arasına doldurulmuş çalılar. Bu duvarın üzeride beyaz topraktan çamur ile sıvanmış.
Akşamdan sonra yattığımda tavanın alt kısmından Akdağların üzerindeki yıldızları seyrederek uyurdum.
İlçeye 15 gün sonra yeniden indiğimde aldığım donatım bedeli 352 lira bana çok bir para gelmişti. Bir gaz ocağı, yeni bir gaz lambası ve diğer bazı eşyalar ile yeni öğretim yılı evraklarını alarak köye döndüm.
Bu tek odalı şatomda tam bir yıl kaldım. Burada sevdiğim olay en çok yaptığım ve bazen de komşularında katılımı ile yediğimiz pirinç pilavı idi.
Artık öğrencilerden yaşı gelenleri birinci sınıfa kaydettik ve eğitim öğretim yılı derslerine başladık. Akçaalan ve Yenikışla köyünden öğrenciler toplanmıştı. 5 sınıf bir yerde 60 öğrenci ile ilk derslere başladık lojmanın yanında. Bu arada diğer komşularla Halil Hoca, Durmuş hoca, Goca Abdurrahman, Gülüşlerin Ali’si, Macar İsmet, Gölcüklü ve diğer köylülerle tanıştık.
Turgut’la yakın arkadaşlığımız hakkında köylüler, Turgut’un aktif siyasi çalışmaları nedeniyle “Hayri öğretmen onun peşine takıldı. Hocadan artık hayır gelmez.” dediklerini ve bunda yanıldıklarını 3-4 ay sonra söylediler.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramını okulda bir törenle kutladık. Aynı Bayramı 2 yıl sonra 1971 yılında kutladığımızda, gündüzden öğrenciler ile fenerler hazırlayıp, akşam marş ve şarkılarla, türkülerle gerenlik’ten geçip girişteki tepenin üstünden ileriye doğru gidip birşenlik oluşturduk. Bununda köylü üzerinde çok etki bıraktığını söylediler.
Kasım Başlarında hava soğumaya başlayınca açık hava dershanesinin durumu da zora girdi. Okulun kaba inşaatı ve sıvası bitmiş bir sınıfının pencerelerini naylon ile kapatarak sınıfı açık havadan oraya taşıdık. 5 sınıf bir arada 60 kişi orada eğitim – öğretime devam ettik.
Benim yüksek sesle anlattığım dersleri meğer Dereköy’ün üstünde çift süren Goca Abdurrahman amca dinlermiş. Beni gördüğünde “Hocam bugün derslerini bende dinledim. İlimiz ve komşularını öğrendim.” dedi. Artık Hoca amca, Kazgöl, tecirip bütün köyülerle tanışıp ahbap olduk.
Köylü ile artık iyice kaynaşmıştık. Aralık ayı gelince sonbahar sona ermiş kış başlamıştı. Uzun kış geceleri de başlamıştı. Biz köylülerle her gün bir evde toplanıp önce arabaşı çorbası içiyor sonrada zekir oynuyorduk. Zekir oyunu 9 fincan ile ikişerli veya 4 erli iki ekip arasında oynanan bir oyundur. Fincanlardan birinin altına saklanan kömürü bulma oyunudur. Kömür bulma sırasına göre sayılar verilir. Yenilen taraf arasından bir kişiyi seçer bir sonraki etkinlik onun evinde yapılır ayrıca zekir oyunundan sonra yenilen tarafın aldığı lokum bisküvi ve incir gibi yiyecekler yenir. Bu iş için bir akşam gidip gelme yaklaşık 2 buçuk 3 saattir. Gecenin karanlığımı olur, ayın aydınlığımı olur bu iş için 4-5 km. yol kat ederiz.
Şubat tatiline öğrencilerin karnelerini dağıtıp gidip geldim. Bahar çalışmalarını hızlandırıp Öğrencilerle birlikte baharı karşıladık. İnce Mehmet Gözkayası fidan dikimi dönüşü Fedayi veya Abdullah yanında uğrardı yanıma.
Bu arada aybaşlarında ilçeye 5 saatte gidip, bir gece kalıp maaşımızı ve ihtiyaçlarımızı alıp dönerdik. Dönerken Çayiçi köyü okulunda mola verirdik. Burada eğitmen amca ile tanıştık diğer öğretmenle de.
Haftada 1 veya 2 kez incirağacı’na gidiyordum. Orda Müdür Elmalılı çok değerli öğretmenimiz (Allah rahmet eylesin öldüğünü 2011 Ramazan bayramında Turgut’la konuştuğumda öğrendim.) Durali Dulluç ile tanıştım. İyi bir arkadaşlığımız oldu kaldığım 5 yıl boyunca. Biryıl sonra onun yanına Lüleburgazlı göçmen Necdet Aktaş (Beş değil bej derdi) geldi. Benim yanıma da Balıkesir Kepsut’dan Çerkezliği ile gurur duyan (paket değil pekat diyen) Cankat diye takıldığımız Bedrettin Cankul atandı. Bu dört kafadar çok iyi arkadaş olmuştuk. Ayrıca Çayiçi’nin Anamurlu gerçek Yörük öğretmeni Süleyman beyle samimi olduk.
Karacaören köyü İncirağacı merkezli, asar deresi Karabük, Kırkdirek gibi 20 civarında mahalleden oluşuyor. Bu arada asar deresi gençlerinden Eskişehir işletmede okuyan Mehmet Uğur’la tanıştık onların asar deresinde evlerinde de yattım, misafir oldum. Kardeşi Feyzullah’ın davetiyle. Babaları Camgöz Amca çok sevimli, sohbeti dinlenir büyüğümüzdü.
Bir defasında Karacaören muhtarı Abdullah Değirmenci ile öğretmen arkadaşlar Karabük’e gitmiştik. Alakır çayını zor geçtik. Orada futbol oynarken Gaziantepli Öğretmeni bir türlü yakalayamadık.
23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı okulda çok etkin ve heyecanla kutladık. Okulun inşaat işleri bir hayli ilerlemişti, artık camlar kapılar takıldı, çevre düzenlemesine gelince tuvaletin yanındaki meyilli bölgeye duvar çekip terasladık. Elma ağaçları diktik. Sulama işini muhtarın görevlendirdiği Kara Zeki’ye bıraktık. Mayısın ortalarına doğru karneleri doldurup öğrencilere dağıttık. Yılsonu sınıf geçme belgelerini teslim edip Haziran ayında memleketime döndüm.
Liseyi Dışarıdan Bitirme ve Üniversite Sınavı
Bu arada liseyi dışardan bitirmek için mersin Tevfik sırrı gür lisesine başvurdum. Çünkü lise mezunu olmayanlar üniversite sınavına giremiyordu. Fark derslerden beşini ilk sınavda, ikisini ikinci sınavda, kimyayı da üçüncü sınav vererek 1972 yılında mezun oldum ve üniversite sınavına başvurup Ankara da sınava katıldım.
1973 teki üniversite sınavına İstanbul da katılmak için gittiğim de Topkapı sarayı girişinde bizim komşu şu meşhur İrfan’la karşılaştık. 7 milyonluk İstanbul’da karşılaşmak ne büyük tesadüftü.
İkinci Yıl
Tatil sonrası 70 in Eylül’ünde Kumluca’ya döndüm. Bir iki gün Kumluca da kaldıktan sonra Yenikışlaya gidecektim. Çayiçi’nin altına Alakır Çayı üzerinde bir baraj inşaatı başladı. Artık Kumluca’dan baraja 10 kilometre servis kamyonları ile gidip gelmeye başladım.
Eylülde yeni kışlaya dönüp öğretim yılı plan program çalışmalarına başladım. Öğleden sonraları İrfan ve Turgut’la İncirağacı’na gidip o büyük cevizin altında çaylar içip sohbetler ediyorduk. Bazen de yanı başındaki değirmene gidip buğday öğüttük.
Bu arada ramazanda gelmişti. Oruç tutmaya başladık. Sağolsun köylüler beni ramazan boyunca iftarda misafir ettiler teravih namazını okulun biraz incirağacı tarafındaki eski mezarlık içindeki tarihi camide bazen Halil hoca bazen de Asarderesinden Hüseyin hoca imamlığında kıldık.
Ekimin ortalarında ramazanın son günlerinde Köylüler; Hocam Orman idaresi Zati ihtiyaç olarak katran (Sedir) ağacı verdi. Onları kesmeye Akdağ’ın kayalıklarının altına gideceğiz sende gel dediler. Ertesi gün sahuru yiyip yola çıktık. 15 – 20 kişi gün ağarırken kesim alanına vardık. Biraz dinlenince onlar kesime başladı ben kayalıkları tırmanarak tutunup 30 metre sonra ince çakıllı ve çakır dikenli %35 meyilli tepeye doğru yürümeye başladım. 150 metre gitmiştim bir tavşan önümden tepeye doğru kaçmaya başladı. 20 dakika civarında daha yürüyerek dağın bize yakın zirvesine ulaştım. Ulaştım ama kuzeyden etkili esen Rüzgâr beni üşütmeye başlarken güneşte ısıtmaya çalışıyordu. Elimde küçük bir radyo vardı. Yenikışla da bir istasyon çekerken şimdi bir canavar oldu çıktı. 8 mi on mu istasyon çekiyordu. Çevremde 360 derecelik bir turla döndüğümde kuzey ve batıda paralel ikinci sıra zirveyi, güney ve doğu da 3 ayrı yerden Akdeniz’i görüyordum. Yaklaşık bir saat kadar dinlenip kesimcilerin yanında on buçuğa doğru döndüğümde, “Hocam nereye gittin bizde yitti sandık.” dediler. Bende yahu ben akdağın zirvesini keşfettim de sizin haberiniz yok dediğimde, hepsi hayret ettiler. “Nasıl kayalıkları Çıkıp indin, Dağ keçisine rastladın mı?” diye sordular. Öğle sonuna doğru kesim işini tamamlayıp köye döndük. O gün iftar biraz geç oldu.
Daha sonra yenikışladaki son yılımın Nisan’ında idi sanırım. Durmuş hoca yarım kilo civarında bir et getirdi. Hocam bu et nedir nicedir dediğimde, “arkadaşlarla Akdağ kayalıklarında bir dağ keçisi avladık, buda sana nasip olsun dedik.” diye açıklamıştı. Bu ikinci yılımda Mustafa Gökkaya da yanıma atanmıştı. Onunla da çok iyi arkadaşlığımız oldu yıllar sonra seksenlerde eşimle geldiğimizde bir gece Kumluca’da evlerinde kaldık amcasının kızıyla evliydi kayınpederi ve kayınvalidesi muhterem saygıdeğer insanlardı. 2008 Eylül ayında Turgut Ekeni ziyaretimde deniz kenarındaki yazlık evinde yine karşılaşıp sohbet ettik Mustafa beyle.
Lojmanın tamamlanmasına kadar okul binasının içinde derslik yanındaki ilave bölümde kaldım. Yine kış gelmişti yağmur, çamur, dereköy’ün deresi, öksüren, hastalanan öğrenciler.
Ben yine bir iki üç sınıfları, Mustafa Gökkaya 4 – 5 leri okutuyordu. Ocağın son haftası mıydı bilmem. Bir sabah uyandık ortalık bembeyaz 15 – 20 santimetre civarında kar her yeri kaplamış. İlk derste Sobada ısındık. İkinci ve üçüncü derslerde ders işledik. Son iki ders ve bütün öğrenciler bahçeye çıktık tam iki saat kartopu oynadık. Kardan adam yaptık. Benim ikinci sınıftaki öğrenciler daha önce karı yalnız Akdağın başında görmüşlerdi.
Hastalanmamak ellerinde değil. Yağmurda çamurda 2,5 – 3 km. lik yollardan geliyorlardı. Hatta 15 civarında öğrencimiz Akçaalan köyünden geliyordu. En büyükleri 14 yaşındaki üçüncü sınıf öğrencisi Mehmet’ti.
O yıllarda Turgut askere, İrfan, Mehmet Uğur ve hatta Ahmet Yarbaş okumaya çalışmaya gittiler. Ama arada sırada gelince İrfanın biraz pepe konuşması varya ortalığı kırıp geçiriyor. Gece karanlığında helaya yalnız başına gitmesi mümkün değildi. Annesi ona yoldaş olurdu.
Teslime teyzelerin torunu Turgut da bu yıl ikinci sınıftı. Tıpkı Hasan Uysal, Ahmet Gökçe, Cahit Benli ve Salih gibi.
Gerenliğin yanından ark kenarındaki yoldan biraz ileri batıya doğru geçince vadinin batı yakasında dereye doğru gülüşlerin evleri, Çayiçi zeytinlikleri baraj civarı ve karşıda Akçaalan köyü görünürdü. Burnu dönüp güneye doğru gidince Bayram Akkaya’nın evi, sonra gülüşlerin evi, biraz dere tarafında Gölcüklü’nün evi ve yaklaşık 65 kilo buğdayı dişleriyle kaldıran yaşlı amcanın evine varırdınız.
Gök burundan dereye doğru inmeye başlarsanız otuzunu bulmuş yalnız başına ahşap ağırlıklı modern görünümlü köydeki diğer evler taş ve toprakla örtülmüş olduğu için adil efenin evine varırdınız. Tabii devam edip Karabıyıklardın oradan da pire Mehmetlerin evine varmazsanız.
Adil Efe uzun boylu, esmer, gür siyah saç ve gür bıyıklarıyla gerçekten bir efe gibiydi. Akşam da bazen lojmana uğradığı da olurdu. Onun söylediği bir türkü hala kulaklarımda. Hep “Evlerinin önü iğde değil mi” türküsünü söylerdi.
İşte böyle söz türküden açılmışken Gök Osman varya işte o beni Finike’den Subaşıların kızı ile evlendirmek istedi. “Hocam gel sen bu işe he de gerisini bana bırak.” diye takılırdı. Yenikışladaki yıllarda Gölcüklü, Osman Kazgöl ve en son 2 yıl Bayram Akkaya muhtarlık yaptı. Gölcüklüye bütçe yapımında yardımcı oldum. Ama Kazgöl bu işin ustasıydı. Onunda bazen Dereköy’deki evinde misafiri oldum. Kızı Şerife ve oğlu Mustafa öğrencimdi.
Bayram Akkaya’ya gelince iyi bir arkadaştık. Okulda okul ve köy işlerini görüşür iş birliği yapardık diğer muhtarlar gibi. Bana o zamanların revaçta hareketli bir türküsü ile takılırlardı.
Aman hocam hocam iş işten geçti.
Hocamın içtiği küpleri geçti.
diye. İçtiğimizden değildi, şakaydı şaka.
Askere Mektup
Recep Askere gittikten bir yıl sonra köyde ben geleli olanları bir anlatayım dedim, aldım sazı elime, vurdum sazın teline, yazdım bir sayfa destan, koydum zarfın içine, gönderdim taa Sivas’taki Recebin birliğine.
Bir ay sonra Recepten gelen cevapta, destanı arkadaşlarına okuduğunu, çok beğenildiğini, yazan öğretmenin alnından öperiz dediklerini anlatıyordu.
Eğitim öğretim devam ediyordu. Nisan’ın ilk başlarında teftişimizde çok iyi geçti. Ertesi gün incirağacı’na gittik. Kahveden gençleri toplayıp karışık iki grup futbol maçına başladık İncirağacı İlkokulu bahçesinde. Karanlık çöktü dolunay çıktı biz hala oynuyorduk. Bu futbol maçı ay ışığında yatsıya kadar sürdü. Tabii yenilen takım 2 kilo Lokum ziyafeti çekti.
Nisan ayı ile birlikte bahar geldi, her yer yemyeşil oldu, bizim elmalarda çiçek açtı. 23 Nisan Hazırlıklarına başladık. Bir piyes hazırlamaya karar verdik. 1071 Malazgirt adlı piyesi çok kısa sürede hazırladık. Okulun Güney tarafında ihramlarla çevirdiğimiz sahnede oyunu oynadık. Genç ihtiyar çocuk tüm köylüler geldiği gibi komşu köy Karacaören ’in İncirağacı ve Asarderesi Mahallelerinden gelenler oldu. Tabii oyunun yanında şiirler, Şarkılar ve Çayda çıra ile Hoşgelişler ola oyunları etkinliğimize ayrı bir renk kattı. Aynı etkinliği iki hafta sonra İncirağacı Okulunun bahçesinde de yaptık. İnsanların çok hoşuna gitmişti bu etkinlik ve bizleri çok tebrik etmişlerdi.
Mayıs sonların da evrakları teslim edip memlekete tatile gittim.
Asker Oldum Piyade
Kasım’ın ikinci haftasında Silifke de Askerlik Şubesine gidip sevk evraklarımı aldım. Finike askerlik şubesine uğrayıp evrakları teslim ederek askerliğimi başlattım. Artık aynı görev yerimde Asker öğretmendim.
Ahmet le görüştüm biraz gezdim artık ben bir Asker öğretmendim. 74 ün şubatın da 15 gün izin kullanıp, 14 Temmuz terhis olup İlçe ile ilişkimi kestim.
Bir Problem Devamsızlık
Son yılımda köyde 3 öğretmen olmuştuk. Ben, Mustafa Gökkaya ve Bedrettin Cankul biz ona Cankat diye hitap ederdik. Çok uyumlu bir şekilde çalışmamız devam ediyordu ama bir sorunumuz vardı oda devamsız 3-4 öğrencimizdi. Sohbetlerle bu öğrencilerin velilerini ikna etmeye çalıştık. Başarılı olamayınca karar alıp bir ihtar yazısı yazarak bekçi vasıtası ile tebliğ ettik. Olmadı iki defa para cezası verdik. Bir gün sabah okula geldiğimde bahçede devamsız öğrencilerden birisinin velisi ile karşılaştım. Bana ceza verdirdiğim için çok kızdığını söyleyip “seni döverim de kovarım da” gibi sözler söyleyip tehdit etti. Ben yine de onu ikna etmeye çalışıp bu tehdide aldırmayacağımı söyledim.
Aradan bir iki hafta geçti. Öğrencilerin devamını bir türlü sağlayamamıştık. Okulun kapanmasına da 15 gün kalmıştı. Hazırlanan ikaz ve ceza evraklarını toparlayıp Muhtarla savcılığa gönderecektim. Böyle bir durumda Savcılık dava açıyor mahkemede 6 ay hapis cezası veriyordu.
İşte o gün yatsı vakti Muhtar ve 4 veli geldi. “Hocam biz bu işin hapisle sonuçlanacağını bilmiyorduk. Cahilliğimize say.” dediler. Muhtarda “Hocam bu işin bir çaresi yokmu?” diye sordu. Bende var dedim. Tek çare bu arkadaşların çocuklarını haftada en az 3 gün okula kıyafetsizde olsa getirmelerini söyledim. Aksi durumda evrakları bizzat savcılığa vereceğimi söyledim.
Ertesi günü 4 devamsız öğrencide okuldaydı. 3 gün geldiler ama son hafta yine gelmediler. Ama yine de okula geldiler. Bazı dostluklar kavga ile başlar derler ya bizimki de öyle oldu. O veli arkadaşlar ondan sonra bana daha yakın davranmaya başladılar.
Baharda Bakla Tarlasında
Nisan ayının başlarıydı. Bir ikindiüstü okulun önünde otururken Köy gençlerinden Recep, Fedayi ve Abdullah geldi. Adil Efenin evinin üst tarafındaki bakla tarlasında baklaların olgunlaştığını söyleyip, bakla yemeye gidelim dediler. Ben biraz isteksiz idim. Bilhassa Recep ve Fedayi çok ısrar ettiler. Abdullah benden tarafa oldu ve biraz nazlandık. Tamam, gidelim ama bizim bir şartımız olacak dedik. O şartı da orada açıklayacaktık. Tamam dediler ve yola koyulduk. Abdullah’la biraz geriden giderek şartımızı kararlaştırdık. Tarlanın başına varınca şartımızı açıkladık. Bize bakla toplayacaksınız biz tarlaya girmeyeceğiz dedik. Kabul ettiler. Bakla gelince onlara siz yemeyeceksiniz dedik ve onlara bakıta bakıta ağır ağır yedik. Okula dönünce caminin oradan bir sürahide su getirttik. Sudan sonra
İncirağacı’nda bulunan bakkaldan Lokum bisküvi getirttik ama bu sefer birlikte yedik.
Araya aylar girdi. Bir araya geldiğimizde yine emir komut vererek onları uğraştırıyorduk. Recep askere gitti. Bize askerden soruyordu tamam mı devam mı diye. Bizde cevaben devam diyorduk. Ertesi sene Recep’in askerliğinin bitmesine 4-5 ay kalaAbdullah’la tamam diye Recep ve Fedayi’ye bildirdik. “Nasıl olsa bunlar bir araya gelip de bize emir mi verecekler” diye düşündük.
Ama Recep terhis olup gelirken Elmalı’dan Fedayi’yi de alıp gelmiş. Gelir gelmez emir komuta bize geçti mi dediler. Bizde evet dedik. Öyleyse hemen dereköy’e Receplere gideceğiz dediler. Dördümüz Karabıyık’ın evinin altındaki derenin kenarına varınca “Recebi ikiniz omuzlarınıza alıp evin önünde iki tur attırdıktan sonra kapıya anası Makbule teyzeye götüreceksiniz dediler. Ne yapalım aldık Recebi omzumuza bir tur, iki tur ondan sonra annesi evin önüne sesleniyordu. “etmeyin öğretmene böyle şey yapılır mı” diye. Bu daha ne ki onlar bizi bakla tarlasında aç bıraktılar. 1 tane bile yedirmediler. Onlara yapacaklarımızın daha yarısı aklımızda yok diyorlardı.
Neyse ikinci turun sonunda evin basamaklarını de çıkıp giriş kapısından indirdik. Oturup birlikte bir hasret giderdik. Recep benim Destanlı asker mektubunu akraba dost ve diğer köylerin önünde bir okudu sorma herkesin çok hoşuna gitmişti. Bizim hoca ne güzelde destan yazmış dediler. İşte ondan sonra adım destancıya çıkmıştı.
Şatodan Lojmana Taşınma
Okul inşaatı bitmediği için ilk yıl Şato diye tabir ettiğim tek odalı, çalıdan doldurma ve beyaz çamur sıvalı evde kalmıştım. İkinci yıl oradan Lojmana taşındım. Kaldığım ilk gecenin başlarında gaz lambası ışığında otururken, hafif esen rüzgârın gıcırdattığı pencere kapakları beni ilk anda hayli korkutmuştu.
Maaş ve Telgraf
Bir mayıs sabahı maaşı almak için Kumluca’ya indiğimde mektup atmak için postaneye uğradım. Tam gişeye vardığımda memur telgraf alıyordu. O anda adımın geçtiğini duydum. Biraz bekleyince telgrafın babamdan geldiğini öğrendim ve aldım. Ne enteresan bir tesadüftü.
Bizim Köyde Düğün Var
Bir gün okulun önünden İncirağacı na doğru Salih Canıtez’i eşeğe binmiş arkasında 3 deve üstünde buğday çuvalları çan sesleri arasında geçtiğini gördüm. Çocuklar “Öğretmenim on gün sonra düğün var. Onun için değirmene un öğütmeye gidiyorlar” dediler. Düğüne gelen misafirlere ikram edilecek ekmek için un öğütülüyordu.
Ertesi günü yine bir kervan Okulun yanından akdağ’a doğru gidiyordu çanlarını çalarak. Akşama doğru üzerleri kuru odun yüklü geriye döndüler. Bu odunlar Yemek ve ekmek pişerken Kazan ve sacın altında yakılan ateşte kullanıldığı gibi, meydana yakılan düğün ateşinde de kullanılıyordu.
Aynı kervan ertesi günü gelin evinden damat evine eşya taşıyordu. Bu ara düğün sahiplerinden birisi geldi ve hocam Perşembe günü düğünümüz var bekleriz dedi. Birde oku verdi. Oku bu günkü davetiye niteliğinde idi. Havlu, mendil, ayna, kibrit kutusu olabiliyordu.
Düğün Perşembe günü davul zurna gelip başlıyor, Pazar günü sona eriyordu. Düğüne karşı köylerden veya mahallelerden gelenler belli bir yere gelince birkaç el silahsıkıyorlar, davulcularda onları karşılıyordu. Düğün yerinden de onlara bir hoş geldin atışı yapılıyordu. Akşam yaklaşınca hazırlanan aşlardan yemekler yeniyor ve akşam eğlencesi bekleniyordu. Akşam eğlencelerinde Erkekler Ateş yakılarak hazırlanan meydanda, kadınlar ise ayrı ve kapalı bir ortamda eğleniyordu.
Akşam eğlencelerinde Davul zurna eşliğinde oyunlar oynanır, Efe arap oyunları ve orta oyunları oynanır. Efe arap oyununda önce iki kız ile gelirler köyde yetkili ararlar. Kızlar kız kıyafeti giymiş erkeklerdir. Daha sonra pejmürde elbiseli yüzleri kömür ile siyaha boyanmış Araplar ve şeytan gelir çok keyifli eğlenceler olur.
Pazar günü ise Kız evinden gelin ata bindirilerek oğlan evine gelinir. Oğlan anası gelini evin balkonunda bekler. Gelin atın üstünden inmeyince kendisine indirmelik adı altında o ailenin geçimine yardımcı olacak vaatler de bulunulur. Şu kadar tarla, inek, öküz, keçi gibi gelin ondan sonra attan iner ve oğlan evine girer. Bu geleneği orada doya doya yaşamıştım.
Neden 3. ncü Yüm
Neden üçüncüyüm diye başlamıştım bu anıları yazmaya. Çünkü Örteğiz’e, diğer adıyla Yenikışla’ya İlk öğretmen olarak atanan arkadaşın adı Osman Zengin. 2 yıl kalmış. İkinci olarak da Mehmet Avcı gelmiş oda bir yıl çalışmış. Ben 4 ncü yıl 3 ncü olarak geldim. Yani bu köyün 3 ncü öğretmeniyim.
Osman Zengin Öğretmenim 2 yılda köylü üzerinde çok güzel intibalar bırakmış. Osman Zengin Trakyalı, Mehmet Avcı ise Hataylı idi.
Ayrılık Olmasaydı
1974 yılı Şubatında Mersin’e tayin dilekçemi verdim. Bu sene başında yanıma Gazipaşalı Cevdet Güzel atanmıştı. Beraber bir öğretim yılı çalıştık. Güzel saz çalıyordu. Okulun yanında yol için ağaç kesen işçilerden birinin çocuğunun sesi çok güzeldi. Bazen Cevdet Bey çalıyor o talebemizde söylüyordu. Mayısın ortalarında bitirme sınavı yaptık.
Bir gün biz incirağacına gittik. Ertesi gün de onlar geldi. Eğitim öğretim yılı tamamlanıyordu. Sene sonu sınıf geçme evraklarını ve diplomaları hazırladık. Öğrencilerle vedalaşma zamanı gelmişti. Okulun önünde toplandık öğretmenler olarak birer konuşma yaptık. Birinci sınıfta alıp beşinci sınıfı bitirttiğim öğrencilerle voleybol sahasında bir resim çektirerek bu anıda ebedileştirdik. Teker teker elimi öptüler. Ben de onları sevgiyle kucakladım. Tabi ağlaşmalar, gözyaşları gırla. Ama ne yapalım. O günkü duygularımı çekilen fotoğrafın arkasına şöyle yazmıştım.
1969 Eylülün de 1 nci sınıfa kaydedip bu yıla kadar I. II. III. IV. ve V. Sınıfta kendim okutup 20 gün sonra mezun edeceğim öğrencilerim. Haylaz, Yaramaz, Uslu çalışkan ayırmayan, Zıplayan, Koşan gülen, ağlayan, Sızlayan of çeken, ah çeken, Gülen, Ağlayan Öğrencilerim Çocuklarım benim!! Yavrularım!!! Sizlerden nasıl ayrılacağım. O günler aklıma geldikçe.!…!…..
Mayıs Ayı sonuna kadar Okul içi ve temizlikleri tamamladık. Bazen de İncirağacında oradaki öğretmen arkadaşlarla buluşuyorduk. Bazen de hep birlikte karatavuk avlıyorduk. Haziran başlarında ayrıldık. Ben mersine geldim bu ara Gülnar’a açılan İş Bankası sınavlarına girdim ve sınavı birincilik ile kazandım.
Temmuzun Ortalarına doğru Kumluca’ya tekrar geldim 14 Temmuzda Finike Askerlik şubesine giderek terhis belgemi aldım. Tayinimde Mersine Çıktığından Yenikışla Köyüne gelerek Demirbaşları Muhtara teslim edip İlköğretim Müdürlüğünden ilişiğimi kesip Memlekete gittim.
Tabi Köylülerden ayrılmak kolay olmadı. Tam 5 yılımı bıraktım acı tatlı anılarla dolu. Ama unutulmayacak eserler bırakmıştım.
Yenikışla Sonrası
Yenikışla’dan ayrılır ayrılmaz Meslek değiştirerek İş Bankasına girdim. İki yıl çalıştım. Ama benim çocukluğumdan beri idealim öğretmenlikti. Öylede yetiştim. Başlarken de Yenikışla da öğrenci ve köylülerle dolu dolu bir 5 yıl geçirdim. Aynı zamanda askerliğimi de orada Öğretmen olarak yaptım.
İki yılın sonunda Bankadan ayrılarak tekrar Eğitimciliğe Öğretmenliğe döndüm. Bu arada evlendim ve bir kız, bir oğlan iki evladım oldu. Eşimde eğitimci.
Ama Yenikışla’dan hiç kopamadım. Değişik tarihlerde hep geldim. Babamla geldim. Eşim ve çocuklarımla geldim. Köyü gezdim. Cahit Benli, Turgut Eken, Bayram Akkaya ve diğer köylüler misafir ettiler. Emekliyim ve yazları Gülnar, Kışları Mersinde yaşıyorum. Tabii şimdi Teknoloji ilerledi. Cep telefonları var. Köyden Turgut Eken, İrfan Önal, Mehmet Uğur, Ahmet Yarbaş, Cahit Benli, Osman Kazgöl, Recep Soytürk ile kardeşleri, Arıcıoğlu kardeşler ve daha birçok arkadaş ile telefonla görüştüğüm gibi. Onlardan Mersin tarafına gelenler mutlaka bana uğrarlar. Cahit ve İrfan oğullarını Mersinden evlendirdiler. Onlarla burada hep beraber düğün yaptık.
En önemlisi köyden ayrılalı 40 yıl olmasına ve hepsi 50 yaşını aşmış olmalarına rağmen Öğrencilerim Küçük Turgut, Ayşe Gülüş, Kemal Gökçe, Cahit Benli, Sadık – Ali Arıcıoğlu ve diğerleri ile telefonla görüşmeye devam ediyorum. Her bayram onların telefonları ile Bayramı Yenikışla da yaşarım. Hele onların “Nasılsın öğretmenim” seslerini duyunca tam 40 yıl geriye gidiyorum o günü bir daha yaşıyorum. Herhalde öğretmenliğin en güzel yanı bu olsa gerek.
Ben Mersindeyim ama tekrar söylüyorum Gönlüm Yenikışla da. Fırsat buldukça yine geleceğim Kumluca’ya, Yenikışla’ya, İncirağacı’na..
Teşekkür…
Öncelikle Beni bu sevgiyle kendilerine bağlayan Tüm YENİKIŞLA Köylülerine. Karacaören Köyü İncirağacı ve Asarderesi Mahallesi Halkına, Birazda Çayiçi köylüleri ile Öğretmen ve Eğitmenine.
Çalıştığım sürede Muhtarlık yapan Osman Kazgöl, Gölcüklü lakaplı Mehmet Durdaş ve Bayram Akkaya’ya. Beraber görev yaptığımız Tabanca ile kuş avlayan çalka lı vekil arkadaşıma, Mustafa Gökkaya, Bedrettin Cankul (Cankat) ve Cevdet Güzele. İncirağacı İlkokulu Öğretmenleri Necdet Aktaş ve Durali Dulluç ile diğer Elmalılı öğretmen arkadaşıma.
Komşularım Fitilli (Ramazan Önal), Teslime Teyze ve gelini Anacık abla, Goca Abdurrahman (Arıcıoğlu) amca, Durmuş ve Halil Hoca, Camgöz Amca’ya. 70 den 74 e beni yalnız bırakmayan ve anılarımızı paylaştığımız. İrfan Önal, Mehmet Uğur, Mehmet Eken, Adem Cengiz, Abdullah – Osman Arıcıoğlu, Ömerali Arıcan ve tüm Yenikışla gençlerine. Son olarak da Yenikışla köyüne ilk geldiğim anda tanıdığım ve hala dostluğuz devam eden, 1969 – 1974 ve sonrası anılarımı bu şekilde yazarak ebedileştirmeme sebep olan can dostum Turgut Eken’e çok ama çok TEŞEKKÜR EDİYORUM……..
Abdurrahman Hayri AYDOĞAN