İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tarihçe

KUMLUCA İLÇESİ TARİHÇESİ

(Bilgiler Kumluca Belediyesinden alınmıştır.)

TARİHİ

 İlçemiz ilkçağlardan beri birçok devletlerin yerleşim alanı içinde yer almıştır. Bunlardan Likyalılar, Fenikeliler, Romalılar ve bir kavim olan Selimler sırasıyla ilk yerleşip dağılan topluluklar olarak bilinir.

Kumluca’da Tarih Öncesi Çağlar

İlçemiz ilkçağlardan beri birçok devletlerin yerleşim alanı içinde yer almıştır. Bunlardan Likyalılar, Fenikeliler, Romalılar ve bir kavim olan Selimler sırasıyla ilk yerleşip dağılan topluluklar olarak bilinir.

Rhodiapolis

Antalya’nın Kumluca İlçesi, Sarıcasu Köyü sınırlarında yer alan kent, Rhodos kolonizasyonunda kurulduğu için adını da buradan alır. Adını Hekataios’tan öğrendiğimiz yerleşim, Theopompos’a göre ismini Mopsos’un kızı Rhodos’tan almıştır. Ancak, kentin Likçe isminin Wedrei (Wedrennehi/Wedrenni) olduğu düşünülür. Dynastik Dönem sikkelerinde de Wedrei adı, Trbbenimi ile birlikte görülür. Bu durum Rhodos Kolonizasyonu öncesinde de burada bir yerleşimin olabileceğini düşündürür. Likya Birliği’nin üyesi olan kentte şimdilik bilinen en erken kalıntılar Klasik Çağ kaya mezarlarıdır. Görülen kalıntılar yoğunlukla Roma ve Bizans dönemlerindendir. Bunların en önemlileri tiyatro, hamam, agora/stoa, sebasteion, tapınaklar, kilise, sarnıçlar, kenotaph, nekropoller ve konutlardır.

Adından anlaşıldığı üzere, Gagai, Phaselis, Korydalla ve Olympos gibi Rodos kolonisidir.

Theopompos’un belirttiğine göre Rhodiapolis adını Mopsos’un kızı Rhodos’tan alır. Ancak eski adı olan “Wedrei (Wedrennehi/Wedrenni)”, Rhodiapolis adını almadan önce de burada bir yerleşim olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Kaya mezarlarındaki Likçe yazıtlardan, sikkelerden ve Xanthos TL 149-150 nolu yazıtlardan bilinen bu isim nedeniyle kentin Likya ile bağlantısı belirlenebilmektedir. (Likçe yazıtlardan ikisi Rhodiapolis’te biri de Korydalla’dadır). Perikle’nin babası mı yoksa ağabeyi mi olduğu henüz tam bilinemeyen Trbbenimi’nin Rhodiapolis’te sikke bastırdığı bilinmektedir. Adını Hekataios’tan öğrendiğimiz yerleşim Rodoslular tarafından koloni olduktan sonra gelişmiştir. Bölgedeki tüm kentler Likya Birliği’nin üyesidirler. Rhodiapolis ve Gagai sikkelerinde “Likyalı” oldukları belirtilir. Yüzeyde 7. yy ve öncesine ait bir iz görülmemektedir. Görülen en erken iz Klasik Likya mezarlarıdır. Rhodiapolis’in de denize açıldığı Gagai Likya’nın coğrafyada son GD köşesidir. Kutsal burunla (Hiera Akra yada Gelidonya Burnu) noktalanan köşenin bir yanı Pamfilya Denizi (Mare Pampylium) bir yanı da Likya Denizidir (Mare Lycium). Kumluca’da yukarı çıkıldığında sırasıyla Korydalla, Rhodiapolis, Kormos, Akalissos ve İdebessos dizilir. Korydalla Rhodiapolis’e bağlı küçük bir birimdir. Korydalla’nın neredeyse tüm yapı taşları Hacıveliler, Kumluca, Çalka ve Hızırkahya gibi köylere taşınmıştır. Bu taşlardan birisi Likçe-Yunanca çift dilli yazıtıdır ve bir ev inşaatında kullanılmıştır.

Kentin en ünlü siması Opramoas’tır. Ve en iyi bilinen yapısı da Opramoas’ın anıt mezarıdır. Antonius Pius döneminde (İS. 138-161) yaşamış olan bu kişi Likya’nın en zengin adamıydı ve en ünlü hayırseveriydi (Euergetes). Annesi Korydallalı babası Rhodiapolisliydi. Oinoandalı C.Julius Demosthenes yada Lykiarkhos Licinnius Longus gibi tüm Likya’da ünlü ve zengin akrabaları vardı. Ataları Likya Birliğinde Lykiarkhia (Likya Birliği Başkanı), Strategia (Ordu Komutanlığı) ve Hipparkhia (Süvari Birliği Başkanlığı) gibi çok yüksek makamlara gelmişlerdi. Kardeşi Apollonios İmparator Kültü Başrahibi, Likya Birliği Yazmanı ve Lykiarkhos idi. Opramoas’ın ilk görevi İS. 114 yıllarında Arkhipylakia olmuştur. 136 yılında İmparator Kültü Başrahipliği, Likya Birliği Yazmanı ve Lykiarkhos olmuştur. Çok kez onurlandırılmıştır. Opramoas’ın neredeyse tüm Likya’da yardım etmediği kent yok gibidir. En faal yılları İS. 114-152/153 yıllarıdır. Özellikle 141 depreminden sonra yıkılan pek çok yapı Opramoas tarafından parası verilerek onarılmıştır. 3000 dinardan 100.000 dinara kadar değişen miktarlarda yardım etmiştir. Kent ayırmadan Limyra’dan Patara’ya Ksanthos’tan İdebessos’a kadar sıkışan Opramoas’a koşmuştur. En büyük yardımı 100.000 dinarla Myra ve 80.000 dinarla Tlos’un almış olması dikkat çekmektedir. Kentlere yapılan yardımlar dışında örneğin yaşayanlar için kefen parası, genç kızlar için çeyizlik ve yoksullara doymalık gibi pek çok konuda topluma yardımda bulunuyordu. Tüm bu yardım listesi ve onurlandırmalar yanında Roma kayzerleriyle olan mektuplaşmaları içeren 12 yazıt, prokuratorlardan gelen 19 mektup, Likya Birliğine ait 33 döküman Opramoas’ın anıt mezarı duvarlarını doldurmaktadır. Bu mektuplar özellikle Antonius Pius ile olan yazışmalardır. Yazışmalar içerisinde bu kişinin Lykiarkh (Likya Birliği Yöneticisi) olduğu da anlaşılmaktadır. Mezar anıtı tiyatronun GB’sında bulunmaktadır. Bu yazıt, Likya’nın belki de tüm Anadolu’nun en uzun yazıtı olma özelliğini taşımaktadır. Yazıtlar Tituli Asiae Minoris’te toplanmış ve çoğunlukla yayınlanmıştır. Anıtın cephesiyle iki yan yüzündeki yazılar imparator ve procurator mektuplarıyla birlik toplantılarına ait tutanaklardır. Opramoas’ın bir başka özelliği ise Hadrianus’un anılarında gizlidir. Hadrianus, “Asya olaylarını detaylıca bilen Likyalı tüccar Opramoas’ın gizli raporlarının Palma tarafından alaya alındığını” anlatır.

En geç kalıntılar İS 7. yy’a ait olabilirler. Yerleşim bu tarihle birlikte terk edilmiş olmalıdır.

Rhodiapolis sikkelerinin ele geçen çoğunluğu Gordianus III’e (İS. 3. yy ortaları) aittir. Bunların ön yüzünde Gordianus III’ün portresi arka yüzlerinde de Athena bulunmaktadır. Kente ait bilinen en erken sikke Likya Birliği sikkesidir İÖ. 168). Birlik sikkesinin ön yüzünde Apollon arka yüzünde ise Kithara vardır.

Olympos

Olympos Antik Kenti Likya Bölgesi’nin doğusunda; günümüz Antalya il merkezinin 80 km. kuzeybatısında yer alır. Doğu yönünde denize kıyısı olan kent, kuzey ve güney yönden de yüksek dağ sıraları ile çevrili korunaklı bir vadi içinde konumlandırılmıştır. Ortasından geçen Akçay, kenti kuzey ve güney olmak üzere ayırır. Alandaki kazı çalışmaları Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden B. Yelda Olcay Uçkan tarafından yürütülmektedir.

Olympos’un ilk kuruluş tarihi bilinmese de ilk Helenistik döneme kadar uzanır. Özellikle güney kentte ve nehrin iki yanında Helenistik duvar kalıntıları halen görülebilmektedir. M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren Roma ile Anadolu’daki kentler arasında çatışmalar yaşanmış ve bu mücadelede Kilikyalı korsanlar Anadolu’daki kentleri desteklemiştir. M.Ö. 100’de Roma senatosu Lex de Provinciis Praetoriis adı verilen bir kanun hazırlayarak korsanlarla başa çıkmaya çalışmıştır. M.Ö. 78’de ise Roma, Kilikya’nın stratejik konumunu algılayarak, Publius Servilius Vatia’yı korsan hareketlerini sona erdirmek için görevlendirmiştir. M.Ö. 77-76 yıllarında Servilius Vatia, Likya’da Olympos, Phaselis ve Korykos kentlerini zapt etmiştir. Likya genelinde korsanlarla işbirliğine girilmemesine rağmen Doğu Likya’da karışıklıklar baş göstermiş ve Phaselis, Korykos, Olympos ile Pamphylia’da pek çok yeri zapt eden korsan şefi Zeniketes, M.Ö. 77-76’da Vatia’nın beyliğine son vermesine kadar bu kentlerde hâkimiyetini sürdürmüştür.

Strabon’un Artemidoros’tan aktararak anlattığı bilgilere göre, Olympos Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip altı şehirden biridir ve Likya’nın doğusunu temsil etmiştir. Olympos bu dönemde OΛYMΠH ΛYKIΩN etnikli sikkeler basmıştır. M.Ö. 2. yüzyıldan M.Ö. 1 yüzyıla geçiş döneminde ise, Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip şehirler sikke basmaya devam ederken Olympos’un birlik sikkeleri sona ermiştir. M.Ö. 81 yılına tarihlendirilen Lagina Hekate kutsal alanındaki bir yazıtta da Birlik üyesi kentlerin içinde Olympos yerine Limyra’nın adının geçmesi, bu dönemde kentin Likya Birliği’ne üye olmadığını gösterir. Olympos ve komşu şehir Phaselis’in Likya Birliği’ne giriş nedeni ve zamanı tam tespit edilememiştir. Birliğe ait sikkelerden sonra aniden bunların taklidi olmakla birlikte, birlik etnikonu taşımayan ve Pseudo-Birlik sikkeleri adı verilen sikkeler basmışlardır. Pseudo-Birlik sikkelerinin basımı M.Ö.2. yüzyıl sonlarında başlamış ve M.Ö. 77’ye kadar devam etmiştir. Bu sikkelerde birlik etnikonu bulunmaması Olympos’un Korsan hâkimiyetine girdiğini gösterir.

 

Roma İmparatorluk çağında Olympos yeniden Likya Birliği’nin seçkin üyelerinden biri olmuştur. M.S. 2 yüzyılın sonları – M.S. 3. yüzyılın başına tarihlenen mezar yazıtından, Marcus Aurelius Arkhepolis’in Birlik’te Lykiarkh görevinde bulunduğu ortaya çıkmıştır. 2002 yılında bulunan bir başka yazıtta da aynı kişinin Lykiarkh görevinin yanı sıra Grammateus ve başrahip olduğu anlaşılmıştır.

Hıristiyanlık kente diğer Likya kentlerinden erken ulaşmıştır. Kentin bilinen ilk piskoposu, imparator Diocletianus devrinde öldürülen Methodios’tur. Olympos’un ve Likya Bölgesi’nin ilk piskoposu olan Methodios’un yapılan çalışmalarla Patara değil Olympos piskoposu olarak tanınmış ve görev yapmış olduğu anlaşılmıştır. Diocletianus idaresinin sonlarına doğru ve daha büyük olasılıkla da 20 Haziran 312’de Patara’da, kenti ziyaret eden Maksiminus Daia’nın da katıldığı bir mahkeme tarafından idam edilmiştir. Aristokritos isimli piskopos ise 431 yılında Efes’teki, 451 yılında İstanbul’daki konsile katılmıştır. 457-458 yılında ise Anatolius, Olympos’u temsil eden Konstantinopolis konsiline katılmıştır. 536’daki Konstantinopolis Sinod’una katılmış olan Ioannes de bilinen diğer bir Olympos piskoposudur M.S. 6. yüzyıl sonrası için Olympos hakkında çok az veri bulunmaktadır. Özellikle 7. yüzyılda Akdeniz’de etkin olmaya başlayan Arapların düzenlediği akınlar nedeniyle kent hakkında bu döneme dair bilgilerimiz sınırlıdır.

Bölgede Arap akınlarının dışında etkili olan ve bilgi eksikliğinin de kaynağı olarak gösterebileceğimiz bir diğer önemli etken ise son yıllarda yapılan araştırmalarla ortaya konan doğal afetlerin yıkıcı gücüdür. Antalya Körfezi’nde halen aktif olarak nitelenen fay hatlarının, Olympos ve çevresini günümüze kadar sürekli etki altında bıraktığı ve hatta yakın çevrelerde gerçekleşen tsunami felaketlerinin etkin olduğunu bilmekteyiz. Kayıtlı tarihsel verilere göre 2000 yıldan daha uzun süredir Antalya Körfezi’nde yer alan yerleşimler, hem depremler hem de M.S. 542 yılından başlayarak 8. yüzyıla kadar aralıklı olarak devam eden veba salgınlarıyla sürekli nüfus kaybına maruz kalmıştır. Bu da Olympos’un da içinde yer aldığı birçok kıyı kentinde, özellikle Geç Antik dönemde % 50’lere varan nüfus kayıplarına neden olmuştur. Bu kaybın nedenlerinin hem ölümler hem de daha iç bölgelere göç olduğu anlaşılmıştır.

Arap donanmasının M.S. 646’dan 8. yüzyılın ortasına kadar Doğu Akdeniz’deki etkinlikleri, özellikle kara yolu ile Anadolu’nun iç bölgelerine bağlantısı sınırlı olan Likya kentlerini olumsuz etkilemiş olmalıdır. Arap saldırılarının Akdeniz kıyısındaki kentlerde yol açtığı sorunlar, M.S. 692 yılında toplanmış olan Trullo Konsili’nde alınan kararlarda izlenebilmektedir. Barbarlar olarak adlandırılan Arapların istilaları sonucunda din adamlarının seyahat etmesinde ortaya çıkan güçlükler nedeniyle, bu tarihe kadar her eyalette yılda iki kez yapılması gelenek haline getirilen sinodların yılda bir kez yapılmasına kara verilmiştir. Diğer bir kararda ise barbarların saldırıları nedeniyle Kıbrıs adası piskoposu Ioannes’in cemaati ile birlikte Hellespontos’a göç ettiği öğrenilmektedir. Likya Bölgesi’ne çok yakın olan Kıbrıs’ta yaşayan din adamlarının Arap saldırıları sırasında aldıkları Ada’yı terk etme kararı, olasılıkla deniz yolculuklarında Kıbrıs’tan sonraki demirleme yeri olan komşusu Likya’nın da özellikle kıyı kentlerinde önemli nüfus hareketlerine neden olmuştur. M.S. 8. yüzyılın ikinci yarısında, halifeliğin Şam’dan Bağdat’a geçmesi sırasındaki olaylar nedeniyle, Arapların Akdeniz’deki ve dolayısıyla Likya üzerinde etkinliklerinin geçici bir süre için azaldığı tahmin edilebilir.

Haçlı seferleri sırasında Venedik, Cenova ve Rodos şövalyelerinin istilasına uğrayan Olympos’ta, bu devirde Akropol ve Ceneviz tepesi olarak adlandırılan yamaçlarda savunmaya yönelik yapılaşmalar ile kent içerisindeki bazı yapılarda yerleşmeler olması muhtemeldir.

  1. yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet devrinde tüm Teke Yarımadası, Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ancak bu dönemde kentte bir Türk yerleşimi olduğuna dair hiçbir kalıntı mevcut değildir. 18. yüzyıldan 20. yy başına kadar Yörüklerin kenti kışlak olarak kullandıkları bilinmektedir. Ancak yaklaşık 1850’li yıllarda Kıbrıslı Hacı Hasan isimli bir kişi tarafından Güney Liman Caddesi üzerine bir su değirmeni inşa edilmiştir.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden kazı ekibi halen alandaki çalışmalarını sürdürmektedir.

Kumluca’da Selçuklu – Osmanlı Dönemi

İğdir, Osmanlılar döneminde Teke Sancağına bağlı İğdir nahiyesi, İğdir ve İğdir maa Kardıç kazası, İğdir maa Kardıç nahiyesi olarak bilinen bölge kabaca doğuda Antalya’nın batı köyleri, güneyde Akdeniz, batıda Alakır çayı, kuzeyde Elmalı ve Korkuteli ile çevrilidir. Günümüzde bu saha içinde Kumluca ve Kemer adlarında iki ilçe bulunmaktadır.

İğdir: Osmanlı belgelerinde İğdir şeklinde geçen boyun adı ilk defa VIII. yüzyılın ortalarında Moğolistan’ın Tarbagatay dağlarının 2 km. güneyine Uygur Kaganı Moyun-Çor tarafından diktirilen Terhin Yazıtı’nın güney kısmında “..İgdir bölük..” şeklinde geçmektedir. Kaynaklardan Oğuzların Üç-Oklar koluna mensup olduğunu öğrendiğimiz İğdir boyu, XVI. yüzyıl kayıtlarına göre Anadolu’da ekinlik, köy, nahiye statülerinde olmak üzere toplam 43 adet birime yerleşmiş durumdadır. Bu yerleşim birimlerinden en büyüğü ise Teke Sancağının merkez kazası olan Antalya kazasına bağlı İğdir nahiyesi idi.

İğdir Boyunun Teke-Eli’ne Yerleşmeleri

1158 yılında Elmalı’nın kuzeyindeki Philetos müstahkem mevkiini düşüren Türkler, Hacımusalar=Elmalı (Khoma), Horzum=Gölhisar (Kibyra), Avlan (Podoliya), Dirmil (Balbura) ve İbecik (Bubon) çevresine yerleşmeye başladılar. 1207 yılında Antalya’nın fethinden sonra şehir ve bölgenin mülki amir ve komutanlığına I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Borgulu (Uluborlu) melikliğinden beri bölgeyi iyi tanıyan Mübarizeddin Ertokuş atanmıştır. İğdir boyunun başta Kemer ve Kumluca bölgesi olmak üzere Teke-Eli’ne yerleştirilmesinde bölgenin mülki amir ve komutanı olan Mübarizeddin Ertokuş’un büyük etkisi olmalıdır.

Osmanlı Dönemi: İğdir Nahiyesi/Kazası

1393 yılında Teke-Eli’ni zapt eden Yıldırım Bayezid, burayı önce oğlu İsa Çelebi’ye sonra ikinci oğlu Mustafa Çelebi’ye sancak olarak vermiştir. Osmanlı arşiv belgelerinde ise XV. yüzyıldan itibaren İğdir bölgesine ilişkin verileri görmek mümkündür. XVI. yüzyılın ikinci yarısında İğdir nahiyesinde 781 hanede 4000–4500 arasında nüfusun yaşadığını söyleyebiliriz. İğdir bölgesinde bulunan İğdir Hisarı adlı iskan merkezi XVII. yüzyılda İğdir kazasının merkezi konumundadır.

1500 Yıllarında Adrasan (Piri Reis Anlatıyor) uŞilden Burnu; büyük dağlardan gelep, denize inmiş, sarp kayalık bir limandır. Karşısında dört küçük ada vardır. Burna en yakın olan; sivri bir adadır. Ada ile burun arasına demirlenirse, 35 kulaç vardır. Fakat burnun yarım mil kadar poyraz tarafına demırlenirse; 60 kulaç su vardır. Poyraz tarafında büyük bir ada daha vardır. Ada ile sahil arasında büyük parçalar (gemiler) geçer. Burası derindir. Ada’nın poyraz tarafında büyük bir bucak vardır. O bucak’ta bir incir ağacının dibinde bir kayığın su almasına elverişli küçük bir kaynak vardır. Yaz-kış suyu eksik olmaz. Önü de iyi yataktır. (Gemilere barınma yeridir). Adanın karayel tarafında; Anadolu kenarında, gündoğusu poyraza karşı bir körfez vardır. Ecnebiler buraya: VENEDİK LİMANI, Türklerse; ADİRASAN (Adrasan) derler. Limanın nişanı: iki tarafındaki dağlardır. Liman, uzaktan düz bir dere gibi görünür. Poyraz tarafında yumru bir burun vardır. Burun ucu; küçük bir taş adadır. O adayı karayel tarafından dolaştıktan sonra, Porto Ceneviz Limanı’na gelinir. Liman ağzı, yıldıza (kuzeye) karşıdır. Çok örtülü bir limandır, uzaktan gelirken belli olmaz.

ImageDenizden gelirken; Ceneviz Limanı nişanı bilinmek istenirse; etraftaki büyük dağların altında, deniz kenarında iki sivri dağın tam altında, PORTO CENEVİZ vardır. Bunun yıldız tarafındaki ÜÇ ADA’ya gitmek isterseniz; nişanı: Porto Ceneviz’i anlattığımız vakit bildirilen sivri dağlardır. Bu sivri dağlar iyice görülüp, yıldız tarafına doğru gidilirse; üç küçük ada görünür. Bunlarla sahil arası derindir. Büyük gemiler geçer. .. Adaların yıldız tarafında TEKİROVA vardır. Bu limanda POLYA POLİ denilen harap bir kale bulunur. Kalenin kıble tarafı, küçük gemiler için elverişli demir yerleridir. (Barınma yerleridir). Bu demir yerine bazıları: ALTUN YAŞMAK derler. (Yaşmak: Baş örtüsü).Şilden Burnundan 15 mil batı karayel yönünde harap bir durumda olan FİNİKE KALESİ vardır. Finike ile Şilden Burnu arasında, Şilden’e daha yakın mesafede KARAÖZ LİMANI vardır. Limana, karayel tarafından girilir. Bu limanın nianı; yumru bir tepedir…1

XVII. yüzyılda yaşayan ünlü Türk bilgini Katip Çelebi, 1648 yılında yazmaya başladığı “Cihannüma” adlı eserinde Liva-i Teke’nin içinde İğdir’in de bulunduğu dokuz kazası ve Istanos adlı bir nahiyesi olduğunu kaydeder. Katip Çelebi, doğrudan İğdir kazasını anlattığı kısımda ise “Antalya garbisinde bir merhale beş-on karyelü bir kazadır. Azim dağlar saib, dahi sengistandır. Deryaya karibdir. Yaylakları ve kışlakları vardır. Eyyam-ı sayfede küffar korkusundan dağlarda olan karyelere göçerler. Binek dağlarında keçiboynuzu çok olur. Dahi latif inciri ve üzümü olur. Eğneleri nadir vemmütaaleri kerestedir. Ekser halkı çulhadır” demektedir.

Aynı yüzyılın (XVII.) ikinci yarısında Anadolu’yu dolaşan Evliya Çelebi’nin bölge adı olarak kullandığını tahmin ettiğimiz İğdir’in “yolları sarp ve vacibü’s-seyr bir şehri olmamak ile ol semte azimet etmeyüp şark canibine altı saat sarp çengelistan yollar ve beller aşup” Evsaf-ı Kal’a-i Azrasan (Adrasan) ulaşmıştır. Adrasan adlı kaleye geldiği zaman çok yağmur yağdığı için fazla etrafı gözlemleyemediğini söyleyen Evliya Çelebi, bölge hakkında şunları söylemektedir. “Adrasan kalesinin serdarı ve kethüda yeri yoktur. Adrasan kalesi sarp yalçın kaya üzerine beşgen şeklinde küçük bir kaledir. Sarp kalenin kırk neferatı vardır. Yüksek ve iki kattan oluşan surun dış katı yer yer yıkılmış ise de iç kale çok sağlamdır. Kalenin aşağı varoşu toprak örtülü evlerden oluşan bir mahalledir; camii, hamamı ve hanı vardır. Ayrıca limon ve turuncu boldur.”

Osmanlı kaynaklarında XIX. yüzyılın başlarından itibaren Kardıç adı “Kaza-i İğdir maa Kardıç” , “Kaza-i İğdir nahiye-i Kardıç” şeklinde geçmeye başlamıştır. XIX. yüzyılın ilk yarısında İğdir maa Kardıç kazasına Belen, Beykonak, Adrasan, Çayiçi, Savrun, Çalka, Kavak, Yazır, Salur, Sarıcasu, Yenice, Büyükalan, Dereköy, Gölcük, Karaağaç ve Karacaören köyleri bağlı idi.

Osmanlı devletinde 1831 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Antalya ve bağlı kazaların sayım işlemini Silahşorandan Hidayet Ağa yapmış olup, Kaza-i İğdir maa Kardıç’ta 1893 İslamın yaşadığını tespit etmiştir. Bu dönemde sadece erkek nüfusun yazıldığını düşünürsek İğdir kazasında 4000–5000 kişinin yaşadığını tahmin edebiliriz.

1850 yılına ait Devlet Salnamesi’ne göre Eyalet-i Karaman’a bağlı olan Liva-i Teke’nin merkezle beraber dokuz kazası vardır: Bunlar “Antalya maa nahiye-i Istanos Murtana nam-ı diğer Kürd aşireti, İğdir maa nahiye-i Kardıc, Finike, Kaş, Kalkanlu, Elmalu, Germeği nam-ı diğer Bucak maa nevahi-i Millüve Karahavz (Karaöz olmalı), Kızılkaya, Serik nam-ı diğer Karahisar-ı Teke maa nevahi Beşkonak aşiret-i Gebiz”dir.

1856 yılına ait Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye/Devlet Salnamesi’ne göre Liva-ı Teke aracılığıyla Eyalet-i Karaman’a bağlı İğdir kazası “İğdir maa nahiye-i Kardıç” adıyla kazalık statüsünü korumuştur.

1864 yılında çıkarılan İdare-i Vilayet Nizamnamesi’ne göre İğdir kazası maa nahiye-i Kardıç nahiye yapıldı.İlk Konya Vilayet Salnamesine göre on beş köy ve 1671 nüfusa sahip İğdir ve Kardıç nahiyesi”Kaza-i Elmalu Finike maa İğdir ve Kardıç nevahisi” adıyla Elmalu kazasına bağlandı.Bu dönemde İğdir-Kardıç nahiyesinin merkezi Sarıkavak/Kumluca idi.

1888 yılına ait 20 nolu Konya Vilayet Salnamesine göre Teke Sancağı’nın merkez kazası olan Antalya kazasına Istanos, Kızılkaya, Bucak, Millü, Beşkonak, İğdir maa Kardıç ve Serik nahiyeleri bağlı idi. İğdir maa Kardıç nahiyesinin Müdürü Mehmet Ali Bey, Naibi Vehbi Bey, Katibi İbrahim Efendi ve Vergi Katibi Halil Efendi idi.

Rumi 1308/1892 yılına ait Konya Vilayet Salnamesine göre Antalya merkez kazaya bağlı olan İğdir maa Kardıç nahiyesinin 17 köyü, 887-901 hanesi, 2284 kadın ve 2381 erkek olmak üzere 4416 nüfusu, 43 dükkan, 24 değirmen, 17 cami, 5 medrese, 20 İslam mektebi ve 118 çeşme ile sebili vardır. Nahiye bünyesinde gayri Müslimlere ait mektep ve kilise yoktur. Ayrıca kütüphane, hükümet konağı, askeri debboy, belediye dairesi gibi kurumlar da görülmemektedir.

  1. Yüzyılın başlarında Antalya merkez kazaya bağlı İğdir maa Kardıç nahiyesinin Müdürü Haydar Ağa, Naibi Mehmet Efendi, Vergi Katibi Halil Efendi, Zabıta Katibi Emin Efendi idi. Nahiyede 15-17 köy ile 922 hanede 3136 nüfus yaşamakta olup, tamamı Müslimdir. Ayrıca nahiyede bir hükümet dairesi, 13 camii ve mescit, 3 medrese, 10 mektep, 25 dükkan, bir fırın, 25 değirmen, 3 kahvehane mevcuttur.

Kumluca (Sarıkavak) ve Kuzca (Gödene) Nahiyeleri 10 Temmuz 1914 tarihinde Padişah Mehmed Reşad’ın onayıyla yürürlüğe giren “Teke Sancağı’nın Mahsusat-ı Hazırasıyle Müstakil Livaya Tahvili Hakkında Kanunun” birinci maddesinde “Konya Vilayeti mülhakatından Teke Sancağı mahsusat-ı hazırasıyle Müstakil Liva haline ifrağ edilmiştir” denilmektedir. Bu çerçevede Müstakil Teke Sancağı, 23 Temmuz 1914 tarihinde yeniden idari açıdan yapılandırılmış ve Korkuteli, Finike ve Manavgat adlarında üç yeni kaza kurulmuştur.

Yeni düzenleme ile İğdir maa Kardıç nahiyesi üçe ayrılıp, İğdir kısmında Antalya merkez kazaya bağlı Kemer nahiyesi ile Finike kazasına bağlı merkezi Sarıkavak olan Kumluca nahiyesi kuruldu. Kardıç kısmında Elmalı kazasına bağlı Gödene köyü merkez olmak üzere Kuzca nahiyesi (Gödene, Karaağaç,Gölcük) kuruldu. Finike kazasına bağlı ve merkezi Sarıkavak olan Kumluca nahiyesine Adrasan (Çavuşköy), Belen, Yazır, Çıralı Ulupınar, Yeniceköy, Hacıveliler, Savrun (Güzören), Sarıcasu, Ortakiz (Yenikışla), Salur ve Kakaz kavakdibi köyleri bağlı idi. Elmalı kazasına bağlı ve merkezi Gödene (Altınyaka) köyü olan Kuzca nahiyesine Karacaağaç, Gölcük, Karacaören, Kuzca ve Kırkdirek köyleri bağlı idi.

Kumluca:

Bölgede bulunan diğer köy isimlerinde olduğu gibi Kumluca adının da bir hayli eski olduğunu görüyoruz. XVI. yüzyılın ikinci yarısına ait Teke Sancağı’nın Defter-i Evkaf-ı Liva-ı Teke adlı vakıf defterinde geçen “Vakf-ı Zaviye-i Şeyh Bey zemin-i Kumluca-Belen der sınur-ı Elmalı der Kaş” ve “Vakf-ı Zaviye-i Mehmed veled-i Savcı der Karye-i Dere kıt’atan iki dönüm yer kullanmaktadır” kaydı hem Kumluca’nın hem de Dere köyün tarihinin günümüzden yaklaşık beş yüz yıl geri gittiğinin açık kanıtıdır.

1567 yılı kaydına göre Elmalu-Kaş sınırında bulunan zemin-i Kumluca-Belen ismi XIX. yüzyılın sonlarından itibaren bu günkü Kumluca bölgesinin genel adına verilmiştir.

Sarıkavak:

Sarıkavak ismi, bölgenin idari literatüründe XV. yüzyılın başlarından beri iz vermektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde 581 no ile kayıtlı olan ve 1419 yılına ait Elmalı’da bulunan Nuh Çelebi İbni Hasan Bey Vakfı’nın gelir kaynakları arasında “Sarukavak denilen arz kıt’ası” kaydı önemli bir kayıttır. Sarıkavak köyünün adını 1289/1873 yılına ait Konya Vilayet Salnamesi’nde tespit ediyoruz. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İğdir nahiyesi aracılığıyla Elmalı kazasına bağlı olan Sarıkavak köyünde 48 hanede 110 nüfus yaşamaktaydı.

Alakır nehri ve Kumluca bölgesinde Tanzimat’tan sonra adalardan gelen Rumlar bazı iş sahalarında çalışmaya başladılar. Rumlar bugünkü Kumluca adlı yerleşim yerinin beş km kadar kuzeydoğusunda Sarıkavak adlı yerde yerleşmiş olmalıdırlar. Daha sonra kurulacak olan Kumluca’ya yerleşmişlerdir. Bölgeye yerleşen Rumlar daha çok değirmencilik ve fırıncılık ile uğraşmakla birlikte, ticaret ve tarımla da meşgul oluyorlardı.

XIX. yüzyılda bölgeyi dolaşan seyyahlardan öğrendiğimize göre bölgede yaşayan bir kısım göçer evliler kışlak olarak Corydalla ve Rhodiapolis’i kullanmışlardır. XIX. yüzyılın sonlarında bu günkü Kumluca kurulup gelişmeye başlayınca Corydalla’daki halk yavaş yavaş Kumluca’ya gelmeye başladı. 1842 yılında bölgeye gelen Spratt ve Forbes ilk olarak Hacıveliler’e uğramış ve burayı “her hafta kurulan pazar için dikilmiş bir sıra kulübeden, Yörük çadırları ile bir demirci dükkanından oluşan küçük bir köydür. Düzlüğün yukarısında ikiden üç yüz ayağa yükselen iki sivri külah biçimindeki tepenin dibinde uzanır” şeklinde tarif etmiştir. Milli Mücadelenin kazanılmasından sonra Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi İğdir-Kardıç bölgesinde yaşayan Rumlar da ülkeyi terk ettiler. Dolayısıyla bölgede yaylak ve kışlak olarak yaşayan halk, Cumhuriyet döneminde Kumluca ve çevresine yoğun olarak yerleşmeye başladılar. Bölgenin Müslüman sakinleri tarımın yanında daha çok hayvancılık ile uğraşmakta idiler.

Kumluca’da Belediye Teşkilatının Kurulması

1914 yılında yapılan idari düzenleme ile Finike kazasına bağlanan Kumluca nahiyesinde Dahiliye Vekaleti verilerine göre 1928 yılında belediye teşkilatı kurulmuştur. 813 nüfusa sahip Kumluca nahiyesi belediyesinin 1492 lira geliri olup yaptığı toplam harcama ise 1142 liradır. Kumluca belediyesinin 1928 yılında her hangi bir müessesesi ve gayrimenkulü yoktur. 122 Dahiliye Vekaleti Vilayetler İdaresi Umum Müdürlüğü’nün verilerine göre Kumluca’da belediye teşkilatının bir süre faaliyetine ara verdiği anlaşılıyor.

  1. 06. 1957 tarihinde TBMM’de kabul edilen 7033 nolu “Yeniden (78) kaza kurulması ve İzmir Vilayetine bağlı Kuşadası kazasının Aydın vilayetine bağlanması hakkında kanun” Resmi Gazete’de 27. 06. 1957 tarih ve 9644 sayı ile yayınlandı. Söz konusu kanunun 1/A cetvelinde adı geçen Finike kazası Kumluca ve Gödene nahiyeleri 1 Nisan 1958 tarihinden geçerli olmak üzere merkezi Sarıkavak olan Kumluca adı altında ayrı bir kaza oldu. Kumluca kazasının merkez nahiyesine Adrasan, Belen, Beşikçi, Çayiçi, Gerçen, Hacıveliler, Hazırkahya, Kağaz, Kumluca-Yazırı, Örtekiz, Salur, Sarıcasu, Savrun, Toptaş ve Yenice adlarında on beş köy, Gödene nahiyesine Gödene (Nahiye merkezi), Dereköy, Gölcük, Karacaağaç, Karacaören ve Kuzca adlarında altı köy bağlı idi.

ÖZET

XIII. yüzyılın başlarında Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Antalya’nın fethinden sonra, bölgenin ilk mülki amir ve komutanı olan Mübarizeddin Ertokuş tarafından Likya’nın doğu kısmına Oğuzların Üç-ok koluna mensup İğdir boyu yerleştirilmiştir. Bundan sonra Antalya’nın batı bölgesine İğdir denmeye başlanmıştır. Bu bölge Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı devleti döneminde kaynaklarda İgdir, İğdir eli/ili, İğdir nahiyesi/kazası adı ile anıldı. XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı kaynaklarında bölgenin adı “İğdir maa Kardıç” olarak geçmeye başladı. İğdir bölgesi 1864 Vilayet İdaresi kanununun çıkarılışına kadar Antalya kazasına bağlı idi. Bu düzenlemeden sonra İğdir kazasına bağlı köyler önce Elmalı kazasına sonra Antalya kazasına bağlandı. XX. yüzyılın başlarında İğdir maa Kardıç nahiyesi Kemer ve Kumluca adlarında iki nahiyeye ayrılmıştır. İğdir bölgesinin batı tarafında Kumluca nahiyesi, doğu tarafında ise Kemer nahiyesi kurulmuştur.

Finike kazasına bağlı olan Kumluca nahiyesinin merkezini oluşturan Sarıkavak köyü, XIX. yüzyılın başlarında kurulmuştur. Kumluca ve Sarıkavak adları XV. yüzyıldan itibaren yer, mevki adı olarak Osmanlı belgelerinde kendini göstermektedir. Sarıkavak köyü sakinlerinin değirmencilik ve fırıncılık alanlarında mahir oldukları bilinir. Kumluca nahiyesinde genel olarak kereste ticareti, arıcılık, meyvecilik, demircilik, ağaç işleri ve hayvancılık yaygın olarak yapılmaktadır. Ayrıca XX. Yüzyılın ortalarına doğru Kumluca’da Finike Limanının etkisiyle olsa gerek her türlü mal bulunmakla beraber yaygın meslek olarak mefruşat ve terziliği görmekteyiz. Kumluca bölgesinde üretilen ürünler yurt içi ve dışına Finike limanı vasıtasıyla gönderiliyordu. 1 Nisan 1958 tarihi itibariyle Finike kazasından ayrılan Kumluca nahiyesi, Gödene/Altınyaka nahiyesi ile beraber Sarıkavak merkez olmak üzere 21 köyü ihtiva eden Kumluca kazası olmuştur.

KUMLUCA’NIN ADININ NEREDEN GELDİĞİ

Kumluca adının şuradan geldiği rivayet edilir:Henüz bugünkü ilçe merkezinde hiç, yerleşme yokken, Sarıkavak ‘tan bir köylü Gavur deresinin batı kıyısında kumluk ve fundalık bir arazi olan şimdiki şehir merkezinin bulunduğu yere karpuz ekmiş.Kumsal ve verimli arazide karpuzlar oldukça iri olmuş.Yetişen karpuzları yetiştiricisi köylere götürüp satarken, köylüler bu karpuzları nerede yetiştirdiğini sormuşlar.O da “derenin kıyısındaki kumluca yerde” diye cevap vermiş.Bu köylünün meşhur karpuzlarının methi, karpuzların yetiştiği yerin adının zamanla “Kumluca” olmasına neden olmuştur. Eskiden karpuzları ile ün kazanmış olan Kumluca ‘da bugün çağın gereklerine uyularak, cam ve plastik seralarda turfanda sebzecilik yapılmakta ve Türkiye’nin sebze ve narenciye ihtiyacının önemli bir kısmı buradan karşılanmaktadır.