Suna ve İnan Kıraç Vakfı ile Arkeoloji ve Sanat yayınları tarafından yayınlanan Ernst Krickl’in 1892 gezi notlarından yöremiz (Kumluca-Finike) ile ilgili bölümü.
29 Mayıs’ta Ernez Dağı’nın karlarla kaplı yamaçlarında kuzeye doğru yürümeye devam ediyoruz. 1200 m yüksekteki bir su kaynağından geçildi. İnsanların önerisiyle buradan yanımıza gereğinden fazla su aldık. Geçit yüksekliğine kadar hâlâ bütün araziler ekili, dikili. Ekinler 10 cm boyunda, aşağılarda kalan bölümlerde hasat başlamış. Ormanlar sık ağaçlı değil, ancak ağaçlar kalın gövdeli. Başkoz25 vadısi’nin (Arykandos Irmağı) girişinde, ElmalI’dan Finike Körfezi’ne kadar giden yolu buluyoruz. Başkoz’daki evimiz (Hula ve Kalinka).
25 Başgöz / Aykırıçay
Alet edevatıyla bir grup ağaç işçisi. Oldukça geniş bir alana yayılmış Arykanda harabelerinde. daha çok Roma Döneminden kalma yapı kalıntıları göze çarpıyor. Tiyatro, stadion, ince profilli mezar yapıları. Yanda bir mezar yapısının kapısı.
Rahat konaklamamız nedeniyle bir gün tatil yapmaya karar verdik. Tercümanımız Mehmet burada bize bazı güçlükler çıkardı, alışverişte hile yaptı ve insanları kışkırtmaya çalıştı. Onun etkisinde kalan zaptiye de ayrılmak istiyor. Elmalı’dan bir başkasını istiyoruz ama pek umudumuz yok. Hiç beklemediğimiz bir anda disiplinli bir delikanlı olan kılıçlı ve tüfekli bir onbaşı geliyor. Süvarilerimiz hareket öncesinde ve sonrasında kendilerine ve atlara besin bulmak için iki saat uzaklıktaki dağlara gitmekten usanmaya başladı. Tembel Rumlar, atlarını yorulmak bilmeyen Türklere bırakıp sırra kadem bastılar.
Arykanda Tiyatrosu nun kalıntıları.
Başkoz’daki evimizin önünden akan Arykandos Irmağı ve her gün kent kalıntılarına gitmek için kullandığımız yolun kenarındaki tablo gibi bir değirmen.
İzmirli aşçımız Georgios.
3500 m yükseklikteki Akdağ eteklerinin altında, Başkoz Vadisi’nden geçen Finike yolunun kıyısındaki değirmen.
Arykanda harabelerinden in antis planlı bir tapınağın bir bölümü.
Aynı yerdeki bir ev-tipi mezar yıkıntısı.
Başkoz’daki ağaç işçilerinin eşleri ve kızları. Fotoğraf, ancak uzun bir zaman alan kılık değiştirme faslından sonra çekilebildi. Bunların içinde Rum kadınlar da var. Fotoğraf çektirmek isteyen adamlar bir araya gelip poz veriyorlar.
Arnavut kadınları. Bıçkıda çalışan birkaç Arnavut. |
Bir ağaç işçisinin, alınlıklı çatısıyla bölge için alışılmış bir cephesi olan evi. Önünde bir Türk bekçi.
Fotoğraf çektirmek istemeyen oğluyla bekçi.
2 Haziran’da Başkoz’dan hareket ediliyor. Yükümüz önden gönderiliyor. Arykandos Vadisi’ni at sırtında geçiyoruz, zaptiyenin de hoşuna gidiyor. Nehir yatağı muhteşem. Aşağıya doğru ilerledikçe genişliyor, nehrin suyu giderek bulanıklaşıyor ve ısınıyor. Zaptiye, öğleden sonra erken saatlerde bizi sevimli bir eve götürüyor; sedirleri ve buralarda ender rastlanan sandalyeleri olan bir salona giriyoruz.
Çelebi Süleyman Bey’in evindeyiz.
Süleyman Bey’in doktoru Hekim Efendi.
Süleyman Bey’in oğlu ve Hekim Efendi.
Ev sahibi olan oğlu bizi karşılıyor ve evinde kalmamızı öneriyor. “Bu ev ve hizmetliler, istediğin sürece şenindir” diyor. On adamı, hemen hayvanlarımızın sırtındaki yükleri indirmeye başlıyor. Çevreye emirler yağdırılıyor, limonatalar ve kahveler getiriliyor. Kalmamız için bize bakımlı odalar ayrılıyor; bir koyun kesiliyor ve mutfağımız bolca et ve meyveyle dolduruluyor. Salatalık, bir çeşit muz, bal ve yoğurtla dolu kaseler getiriliyor. Geceleyin on saat uzaklıktaki dağlardan buz bile getiriliyor.
Kaldığımız yerden Limyra harabelerine atla gidiş, yarım saatten fazla sürüyor. Limyra’dan kabartmalı bir kaya mezarı. Figürler 1,39 m boyunda.
Limyra’dan bir kale kapısı. Devasa dörtgen bloklardan inşa edilmiş, çevresi bütünüyle açık bir tiyatro, oturma sıralarına açılan, girişleri tonozlu bir galeri.
Limyra’dan bir kaya mezarı kabartması. Limyra’daki kalıntılar halen ayakta olan tahkimattı üç terasın üzerinde yer almakta. Anıtların ve mezar yapılarının izleri, burada birçok kahramanın öldüğünün göstergesi. Hemen hemen bütün yazıtlar Likçe. 6 Haziran’da sevgili ev sahibimizin ve Hekim Efendi’nin eşliğinde, at sırtında doğuya doğru gidiyoruz.
Kumluca yolunda verilen mola. Irizade Süleyman bizi Nikolai Bey’in evine götürdü. Burada da çok iyi ağırlandık. Muhtar, Müdür ve Kumluca’nın öbür ileri gelenleri ziyaret edildi. 7 Haziran günü, iki tepe üstündeki antik Korydalla kenti harabelerinden at sırtında geçip, orman içinde dik bir yokuşu tırmandıktan sonra, yazıtlarını toparlamak için birçok gün harcadığımız Opramoas Heroon’una geldik.
Korydalla harabelerine bakış. Az miktarda antik kalıntı, duvarlar ve iki tepe üzerindeki castrum Ortaçağ’dan kalma. Sıcak bastırıyor. Taşların toplanması için yapılan çalışma sıkıcı; bunu izleyen yazıtların kopyalanması da zorlaşıyor. Anıtın dört bir yanı baştan aşağı yazılı. Bu anıta tam beş gün ayrıldı. Kavurucu sıcak, kötü su ve alışık olmadığımız tarzda beslenmenin etkileri adamlarda yavaş yavaş görülüyor.
Korydalla’nın kuzeyindeki Rhodiapolis’ten kule kalıntıları. Yapıların büyük bir bölümü Roma döneminden kalma. Resimde görülen kısa bir stadium, bir agora ve bir kule çarpıcı. Bir kaya nişi içine yerleştirilmiş, süssüz taş sandık biçimindeki lahitlerle ilk kez burada karşılaşıyoruz. Birçok duvar kalıntısı Hıristiyanlık döneminden kalma. Pınara’dakilere benzer kalp biçimli ikiz sütunlarla da karşılaşıldı.
Rhodiapolis’te bir yörük çadırından görünüm.
Rhodiapolis yolundaki çadırların yanında bir yörük çocuğu.
Ören’deki (Araksa) kesme taşlardan yapılmış diğer bir mezarın önceden çektiğimiz resmi.[26] 24 Nisan,
26 Bu mezar anıtı Tüse’de bulunmaktadır. Krickl yanlışlıkla buraya koymuştur.
Korydalla yakınlarındaki yörük çadırlarından bir görünüm. |
Yörük çadırı. Keçi kılından dokunmuş halılarla örtülü bölümde aile, sazlarla çevrili öbür bölümdeyse hayvanlar barınıyor.
Yörük çocukları.
Kır yaşamından bir manzara. Kumluca’dan iki Türk. |
Kumluca’dan cadde manzaraları.
Kumluca’dan cadde manzaraları.
Zaptiye’miz Hasan’ın Kumluca’da çekilmiş fotoğrafı.
Kumluca’daki evimiz. 15 Haziran’da yeniden dağlara doğru yola çıkıldı. Kıyıdan ne kadar uzaklaşırsak kendimizi o kadar iyi hissediyoruz. Çoğunlukla nehir yatağı boyunca at sırtında yaptığımız yorucu bir yolculuktan sonra, akşama doğru, aşağı yukarı 1000 m yükseklikteki Kozağacı’na vardık. Yaklaşık 300 m daha yukarıda Idebessos kenti harabeleri var. Ölesiye acıkmış olan zavallı hayvanlarımız hemen semiz otların başına üşüştüler.
Ve yaşlı bir kocakarının korkunç çığlıklarıyla kaçıştılar; neyse ki zaptiyemiz bir ağaç dalıyla onu kovmayı başardı. Idebessos harabeleri, muhteşem bir çam ormanı içinde bulunuyor. Büyük boyutlu ve ilk kez rastladığımız ikili üçlü gruplar halinde, kaide üstüne oturtulmuş sayısız lahit, heybetli mezar yapılarının güzel örneklerini sergiliyor. Sayısız yeni yazıt bulundu ve bize pek çok iş çıktı. Antik yerleşimin bir planını çiziyorum.
Idebessos’taki küçük tiyatronun yıkıntıları. Buradaki bütün kalıntılar Roma Dönemi’nden. Mükemmel hava ve enfes su, biz AvrupalIları tekrar kendimize getirdi.
İdebessos’tan bir manzara
İdebessos’ta lahit kalıntıları
İdebessos’tan genel görünüm ve lahit gurupları
Ahşap misafirhanesiyle dağlarda etrafı ıssız bir cami.
Hekim kimliğinde kaşif: İnsanlar ülkede böyle dolaşan her kaşifin hekim olması gerektiğini düşünüyor. Tıbbi yardım isteğinin geri çevrilmesi de düşmanca bir tavır olarak algılanıyor. Böylece başta başkan, sonra da onu taklit eden gençler, herkes doktorculuk oynuyor. Eczanemizde bulunan beş malzemeyle bütün hastalıklar iyileştirildi. Genç bir adam, baldır kemiğindeki tıka basa tezekle doldurduğu açık yaranın iyileşmemesinden yakınıyordu. Yara gümüş nitrat solüsyonuyla temizlendi ve sarıldı; içten kullanım için de küçük bir şişe eter-alkol karışımı bir damla verildi. Başkan loğusa ateşi hastalığına yakalanmış, yanık yaraları ve benzeri hastalıkları olan kadınları da tedavi ediyor, çakıyla küçük operasyonlar yapıyor, her türlü alet edevatla diş çekiyor; en büyük korkusuysa gördüğü rağbetin artması. Bir seferinde ağlayarak gelen bir koca, karısının zehirli bir yılan tarafından ısıtılmış olduğundan yakınıyordu. Dr. Kalinka bütün iyi niyetiyle zehiri emerek çıkarmayı ve kadına da alkol içirmeyi önerdi. Alkol şişesi yere fırlatıldı ve neredeyse dayak yiyecektik.
İdebessos’ta lahit kalıntıları. Büyük bir Hıristiyan bazilikasının yıkıntıları; yıkıma uğramadan önce bu yerin Geç Ortaçağ’a kadarki dönemleri yaşadığının göstergesi. Haritada Idebessos yakınlarında Akalissos adıyla gösterilen harabe yoğun aramalara karşın bulunamadı.
Viyana Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün seyahat kitabında gösterilen, ancak orada ne amaçla kullanıldığı ifade edilmeyen kulübenin bir arı konağı27 olduğu ortaya çıktı. Alt yapısı harçsız moloz taşlardan, üst yapısı, araları taşlarla doldurulmuş bloklardan oluşan yapının en üstünde yer alan, yatay kesitte üçgenler oluşturan ve arı kovanlarını öne doğru çıkaran, içleri oyulmuş ağaç gövdelerinin üzerleriyse, latalarla örtülmüş. Yapının, an kovanlarının yerleştirildiği kaideye kadar olan toplam yüksekliği 4 m.
27 Bu yapılar, ballaı ayı ve benzeri hayvanlardan korur amacıyla çevre halk tarafından yakın zaı kadar kullanılmıştır
17 Haziran da, uzun bir yürüyüşten sonra Kuzca’da bir evin düz damı üstünde kamp kuruyoruz. Yol 880-1000 m yükseklikteki Akdağ ve Kırkpınar Dağı boy unca devam ediyor. Daha saat sabahın altısında termometre 29° G’yi gösteriyor. Alakır Çayı Vadisi’ne dik inişimiz akşam saat 6’yı buluyor. Ter içinde, güzel manzaraya hayran kalıyoruz.
18 Haziran’da nehri geçtik, öbür kıyıda da 1100 m’ye kadar çıktık. Saraycık’ta boş bir eve yerleştik. Dört yanımızda harika bir manzara. Yakındaki adları bilinmeyen kentlerin kalıntıları bana ve yazıta doymayan meslektaşlarıma kayda değer bir şey vermiyor.
Alakır Çayı Vadisi’nde. 19 Haziran’da Adalya* 28 mutasarrıfı tarafından gönderilen Mülazım Efendi (jandarma yüzbaşı) adında birinin eşliğinde kuzeydoğuya, Çandır Asar a doğru devam ediyoruz. Alakır Çayı ve Çandır Çayı arasında, 1300 m yükseklikteki bir havzayı geçiyoruz. Küçük bir köy olan Çandır’ın29 az sayıdaki sefil kulübeleri bize orada kalma olanağını vermedi. Açık alanda kamp kuruyoruz. Ertesi sabah Gökdere’ye atla gezinti. Çamlar Dağı’nın eteklerinde, kıyıya yakın bir yerde güzel lahitleriyle bir harabe bulundu.30
(28) Antalya. (29) Hisarçandır. (30) Deveboynu mevkiindeki onobara harabeleri.
Çandır’daki açık hava kampımız. Sivrisineklere karşı ağaçlara asılı cibinlikleriyle İngiliz arazi yataklarımız. Roma İmparatorluk Dönemi’nden güzel bezemeli lahitler. Buharlaşıp yok olmadan bu …
… güneş banyosuna elverişli yerdeki başka bir araştırmaya yollanmalıyız. At sırtında, hızlı bir tempda, dut, nar ve incir ağaçları altında kurulandığımız Hurmaya doğru yola devam ediyoruz. Bazlama ve taze yoğurt kaybettiğimiz enerjiyi bize geri veriyor.
Gökdere’den lahit (yandan görünümü).